15 Mayıs 2015 Cuma

Zaferin reçetesi Kobe Bryant'tan: Andrew Goudelock


Kobe Bryant'tan söz ediyordu.

''İlk hazırlık maçımızda sahaya çıktığımızda herkes 'Kobe! Kobe!' diye bağırıyordu'' diyor Andrew Goudelock, lokavta sahne olan 2011-12 sezonunda Los Angeles Lakers formasıyla çaylak sezonunu oynadığı o günlerden bahsederken... Devam ediyor: '' 'Daha önce hiç böyle bir ortamda bulunmamıştım' dedim Kobe'ye. 'İnsanlar çıldırmışçasına ismini haykırıyor, resimlerini çekiyor, bu seni şaşırtmıyor mu?' dediğimde şöyle cevap verdi: 'Sahaya çıktığımda hiçbir şey duymuyorum. Sadece ben ve saha. Hiçbir şey olmuyormuş gibi oynuyorum.'

''Kendime dedim ki; bu benimsemek için iyi bir felsefe.''

Yaklaşık 3 yıl sonra, 6 bin mil uzakta bir yerlerde Goudelock, bugün Fenerbahçe Ülker'i Madrid'teki Euroleague Dörtlü Finali'nde zafere taşımaya çalışacak. Bu, NCAA'deki March Madness ve NBA'deki Play-Off'lar ile birlikte benzersiz bir basketbol deneyimi... Atlanta'nın varoşlarından gelen 26 yaşındaki bu adam, Türkiye'nin Kobe Bryant'ı olmuş durumda. Fenerbahçe Ülker'in en skorer ismi, 15 yıl sonra Euroleague'de Final-Four gören takımının formasıyla birkaç saat sonra ev sahibi Real Madrid karşısında büyük tezahüratlar ve yuhalamalar duyuyor olacak. Fenerbahçe Ülker turnuvanın ev sahibini yenerse, Pazar günkü finalde rakibi muhtemelen NBA dışındaki en yetenekli takım olan CSKA Moskova olacak. Rus ekibi, yarı finalde Yunanlılar'ın gururu Olympiakos'la karşılaşıyor olacak.

Goudelock, dev maç öncsinde ''Elbette zor olacak, ancak biz her tür savaşı vermiş bir ekibiz'' diyor: ''Bu yıl Real Madrid dışında Final-Four'a kalan diğer iki takımı da deplasmanda yenmeyi başardık. Real'i henüz deplasmanda yenmemiş olmamızın tek sebebi onlarla henüz burada karşılaşmamış olmamız. Tam anlamıyla yol savaşçısı bir takımız, kendimize güvenimiz tam.''

Madrid'teki yarı finalin nasıl gideceğini biliyor. İki takım da daha önce NBA'de oynamış ve gelecekte NBA'de oynayacak oyunculara sahipler. Goudeock bu maçta kendini Rudy Fernandez ve Sergio Llull ile eşleşmiş olarak bulacak. Eğer maç sonuna geldiğimizde skorda denge varsa, top Goudelock'un ellerinde olacak. Muhteşem gürültüyü tribünlerden söküp yerine sakin ve derin bir sessizlik koymaya çalışacak. O an güveneceği şey hisleri; inanacağı şey ise Kobe Bryant'ın öğretileri...

''Burada kurallar farklı, hemen her şey çok farklı. Büyük maçlar neredeyse bir satranç maçı gibi Birbirinize diş geçirip dururken iş büyük şutları sokmaya kalıyor'' diyor Goudelock, ve devam ediyor: ''Bu yüzden bu hafta tüm idmanlara herkesi öldürmek istercesine bir hisle gittim. İdman sonrası bana gelip 'Bugün gerçekten çok agresiftin, iyi misin?' diye sordular. Onlara hazırlanmaya çalıştığımı söyledim. Çünkü ilk yılımda, Play-Off'lardan hemen önce Kobe bana bir idman sonrasında ''Bu aralar biraz daha sertleşeceğimi göreceksin çünkü şimdi Play-Off zamanı. Daha agresif olmalı, daha aç olmalı ve her kimle oynarsak onları mahvetmeliyiz'' demişti. İdmanımızdan önce bunu anımsadım.''



Kobe'den dersler

''Üç farklı ekip vardı sahada. Kobe ve onunla birlikte ilk beş çıkanlar mor tişört giyerdi. Lakers'ın ikinci beşi ise beyaz giyerdi. Pembe giyen üçüncü tayfadaydım ve kendime baktığımda 'Ah, bunlar bana pek de yakışmadı galiba. Evi arayıp var olan her şeyimi ortaya koydum ancak yetip yetmeyeceğini bilmiyorum' diyebilirdim.'' 

Los Angeles Lakers, 2011 NBA Draftı'nın ikinci turunun 46. sırasında onu seçtiğinde kendinden geçmiş gibiydi. Gerçek olan hayalleri, LA Lakers'ın lokavt yüzünden kısaltılan hazırlık kampıyla travmatik bir hale gelmişti.  Pozisyonuna göre kısa olan 1.90'lık guard, her şeyin arkasındaydı. Takımın defansif pick and roll oyunlarına alışmış değildi. NBA'in üçlük çizgisi daha uzaktaydı. Mücadeleler çok daha çetindi. Süre alamadığı bir idman bile olmuştu.

Goudelock, o günden şöyle bahsediyor:
''Oteldeki odama gidip diz çökerek ağlayabilirdim. Bir an için kendime ''Al işte, her şey bitti'' der gibi oldum. O anki halimi beyinle ilgilenen bir bilim adamı bile anlayamazdı. Ancak başımı dik tutup savaşmaya devam edecektim.''

Sprintlerde en hızlı olmayı denemekle başladı. Tecrübesizliğini önüne koyup duran koçlarına inat, savunmada en gürültülü ve en aktif adam olmaya çalıştı. Sonuç olarak yeni Lakers koçu Mike Brown, ona Lakers'ın son iki hazırlık maçında kenardan gelerek oyuna dahil olacağını söyledi. ''Oyuna girdiğimde çok heyecanlıydım'' diyor, LA Clippers'ın oyun kurucusu Chris Paul'ün savunmasında, şut saati dolmak üzereyken topu ön alanda süren Goudelock: ''Etrafıma bakıyordum ve koçların 'şut at' dediğini hatırlıyorum. Chris Paul'ün yüzünün üzerinden bir şut gönderip kaçırdım. Çocuklar çılgına dönmüşlerdi. Andrew Bynum 'N'apıyorsun oğlum' der gibiydi, ben de ''E şut at dediler' gibi bir tepki vermiştim. Gözüme perde inmiş gibiydi ve birkaç kötü şut daha attım.''

Andrew Goudelock 
Lakers günleri devam ederken Andrew Goudelock, 2013 NBA Play-Off'larında Spurs'e karşı oynamıştı. Oyun sertleşmeye başlamıştı. Andrew o an kendine savunmaya odaklanıp doğru şutlar geldiğinde atmayı telkin etti.  İkinci çeyrekte ilk üçlüğünü soktu. İkinci yarıda iki üçlük daha vardı ki bunlardan biri de takımını yeniden öne geçirmişti. Bu maçın ardından Coach Mike Brown'un ofisine davet edilecek ve Preseason boyunca gösterdiği efor sebebiyle tebrik edilecekti. ''Bana, 'sana bir şans vereceğim' dedi. Ancak neyi kastettiğini anlamamıştım, kimse size bir şey söylemiyordu.''

Bir sabah, antrenör odasında Kobe, Andrew'a seslendi: ''Mitch seni görmek istiyor!'' Bu, Goudelock'un Genel Menajer Mitch Kupchak tarafından takımdan kesildiğinin habercisiydi: ''Yüzüm düştü, ağlamak üzereydim. Etrafa bakıyordum ve oraya doğru yürüyordum.'' Ancak sonrasında Goudelock'ın 'Yüreğime böyle su serpildiği bir an daha hatırlamıyorum' dediği o cümle geldi: ''Yok be oğlum, seninle kafa buluyor.'' 

''Çok mutluydum, Kobe de orada bir yerde gülmekten yerlere yatıyordu. Kalbimin böyle çarptığını bilmiyorum.''

O sezon, Goudelock'ın hayatına yön veren sezondu. Üç gün sonra ulusal televizyondan yayınlanan Christimas Maçı'nda Bulls potasına üçlükler gönderiyordu. Sezon devam ederken idmanda Kobe ile ağız dalaşına girmeye bile başlamıştı:

''Gelmiş geçmiş en rekabetçi adamla rekabet etmek benim için en önemli fırsattı'' diyor Goudelock: ''O da buna saygı duyuyordu zira ondan korkmuyordum.'' Mini Mamba, korkusuzluğuyla nam salıyordu. Bir gece, maç esnasında bir takım arkadaşı zor bir şutu pas geçtiğinde o da bunu anlayacaktı: ''Benchteydim, Kobe bana doğru döndü ve ''Şu takımda bu şutu atacak bir sen, bir de ben varız'' minvalinde bir şeyler söyledi.'' Goudelock, ilk ayın sonunda kullandığı üçlüklerin yarısında isabet bulup 12 sayı ve 3 asistle oynadığı Charlotte galibbiyetinin ardından soyunma odasına yürüyordu. Bu sırada Matt Barnes ve Luke Walton'ın aralarında konuşurken ''Şut atmayı sevdiği kesin'' dediklerini duydu ve ''Siz neden söz ediyorsunuz?'' diye sordu. Barnes ve Walton gülerek yanıtladı: ''Kimden bahsettiğimizi biliyorsun, senden söz ediyoruz'' dediler. Hemen ardından da Kobe ''Sana Mini-Mamba diyeceğiz'' dedi, Drew'a göre bu 'harika' bir andı.


Avrupa'ya uyum sağlamak...

Fenerbahçe Ülker'in 55 yaşındaki koçu Zeljko Obradovic, Euroleague'de farklı takımlarla 8 kez şampiyonluk kazanmıştı. Başarıları açısından bakıldığında ondan Avrupa'nın Phil Jackson'ı denilebilirdi. Saha kenarındaki haline bakıldığında ise ondan 1985'lerin Bobby Knight'ı diye söz edilebilirdi.

 ''Oyuna dönük tutkusu tıpkı bizim gibi'' diyor Goudelock, ZOC için: ''Yüzünün kızardığı bazı anlarda o renge kırmızı diyemiyorsunuz. Nerdeyse morarıyor. Bazen ona bakamıyorum çünkü eğer gerçekten çok ama çok sağlam biri değilseniz bu bakış sizi etkileyebilir. Buraya ilk geldiğimde buna alışık değildim. Hatalar yaptığımda antrenörlerime 'Gırtlağıma sarılacak gibi görünüyor' diyordum. Ancak onlar da bana onun aslında öyle biri olmadığını söylediler. Sonrasında da o benimle konuşup ''Bu kişisel bir şey değil, benim kendi yapımla ilgili'' dedi. Galibiyet şüpheye düştüğünde topu bana emanet edeceğini söyledi.'' Ayrıca Obradovic, Goudelock'ın daha fazla savunma yaparak ve ikili sıkıştırma geldiğinde takım arkadaşlarının iyiliği için daha akıllı kararlar alarak sürelerini hak edebileceğini anlattı skorer oyuncuya.

Fenerbahçe Ülker Genel Menajeri, Avrupa'nın en 'winner' koçu hakkında şöyle diyor: ''Onu şahsen tanısanız çok şaşırırdınız. Çok barışçıl ve oyuncularına büyük saygı duyuyor. Her zaman diyalog kurmaya çalışıyor, çok büyük talepleri olduğunda bile... Basketbolun 7/24 olduğuna inandığını biliyorsunuz, ancak aynı anda onun iyi bir kitabı okuduğunu, güzel bir akşam yemeğinin tadını çıkardığını, kaliteli müzikler dinlediğini veya TV izlediğini görebiliyorsunuz.''

''Drew için ilk başta Obradovic gibi bir koçun yoğunluğunu ve taleplerini anlamak biraz zor oldu. Ancak ilk birkaç ayın sonunda aralarındaki ilişki, karşılıklı anlayış sayesinde gelişti ve Drew da maçtan maça daha iyi bir hale geldi. Buralarda patlayıcı etkiye sahip bir oyuncu olmak istiyorsanız sahaya her çıktığınızda devamlılığınızı sürdürebilmelisiniz. Sezon boyunca her gün, günde iki sert idmanla çalıştılar. Goudelock'un savunmadaki sorumluluğu gelişti, alan savunmasında sınırı olmayan Avrupa'nın savunmadaki küçük oyunlarını çözdü.''


Goudelock ise şöyle anlatıyor: ''Eğer sahada olmak istiyorsanız, herşeyinizi vermeniz gerekiyor. Eğer yapmanız gerekeni yapmazsanız, daha çok koşmanız gerekecek. Obradovic herkesi mesul tutuyor. Bazen onu anlamakta zorlanıyorum. Bir kez bana 'Ray Charles bile bu pası görürdü be' diye bağırmıştı, hala düşündükçe gülesim geliyor.''

Goudelock devam ediyor, ''Anlatmak istediği iki aşama var. Bize 'Bu böyledir' diyor, sonra da 'Hayatın tamamı böyledir' diyor.  Bugünkü idmanda da böyle konuştu çünkü biri rotasyonda gecikti ve koç çıkıp ''Bir saniye herşeyi belirleyebilir. Tüm hayat böyledir'' dedi. İçimden güldüm, zira güldüğümü duysa beni gözyaşına boğabilir. Bu böyledir.'' 

Rüyalar, rüyalar...

Stone Mountain'de doğan Goudelock, büyüdüğünde iki basketbol bursu teklifi aldı. Charleston'daki kolej kariyerinin son döneminde, Coach Bobby Cremins'in ekibinde oynarken tüm ülkede 23.4 sayı ortalaması tutturmuş ve bu alanda en skorer 4. oyuncu olmuş, aynı dönemde üç sayı çizgisinin gerisinde %40.7 ile oynamıştı. Los Angeles Lakers, 2012-13 sezonundan önce onu takımdan kesmişti, ancak aynı dönemde Goudelock iki farklı D-League takımıyla NBDL'i domine edip MVP seçilecekti.  Sezonun sonunda sakatlıklar sebebiyle başı ağrıyan Lakers, onu yeniden takıma çağırmıştı ve Goudelock, Spurs karşısında Lakers'ın sürpriz galibiyeti patlattığı maça 20 sayıyla damgasını vurmuştu.

Rusya'da Unics Kazan formasıyla oynadığı son sezonla ilgili bahsettiği şeylerin başında buz gibi hava geliyor: ''Araba kullanmak mümkün değildi zira aracınız yolda gezip duruyordu, her yerde spin atan insanlar görüyordunuz. 20 kat giyinip büyük botlar ve kalın pantolonlar giymeden dışarıya adımınızı atamıyordunuz. Amerikan yemeği yoktu, kimse İngilizce konuşmuyordu. Takım arkadaşlarım, Avrupa'daki ilk yılımda muhtemelen Avrupa'nın en zorlu durağına geldiğimi söylüyorlardı.''

Goudelock o sezon Rusya Ligi'nde MVP Ödülü'ne layık görülürken, EuroCup'ta da en iyi oyuncular arasında anılacaktı. Aynı dönemde Avrupa basketbolunun efsane yöneticilerinden Maurizio Gherardini onu fark etti. İtalyan kulübü Benetton Treviso'da geçen 14 yıllık kariyerinde Mike D'Antoni, Zeljko Obradovic, Ettore Messina ve David Blatt ile çalışmıştı. İtalyan yönetici, 2006'da Toronto Raptors onu Başkan Yardımcılığı ve Genel Menajer Asistanı olarak göreve getirdiğinde NBA tarihinde bir NBA takımında üst düzey yöneticilik yapan ilk Avrupalı olmuştu. Devamında Oklahoma City Thunder'a danışmanlık yaptı ve sonrasında Fenerbahçe Ülker'in yolunu tuttu.

Gherardini, Obradovic ile Mini-Mamba arasındaki diyalogu şu sözlerle anlatıyor: ''Drew'un son topu kullanıp soktuğu ve kazandırdığı bir maçın ardından koçun yanına gidip bunun benim için bir sürpriz olmadığını söyledim. Zira bunun Drew'un şahsiyeti, Drew'un maçı olduğunu biliyordum. Bu çocuk topun el yaktığı anlarda baskı altındayken bu şutları atmayı seven bir oyuncu.''


Goudelock, Euroleague'in en iyi ikinci beşine seçildiği sezonda 16.4 sayı ortalaması ile takımına bu alanda liderlik etti. NBA ile NCAA'in karışımı konumundaki Avrupai üçlük mesafesinden %%45.5 ile atan keskin şutör, Kobe'den öğrendiği küçük oyunların birçoğunu buraya uydurmaya çalıştı. Bu küçük detaylar, atletik yönü git gide zayıflayan Kobe'yi NBA'de ayakta tutmaya yeten şeylerdi.

''Koç, baskı anında elini taşın altına koyabilen birine sahip olmaktan son derece memnundu. Şayet biz NBA'in 'clutch', Türklerin 'topun el yaktığı an' dediği bir anla 10 kez karşılaştıysak, 8'inde bu Andew'un şutu olacaktır'' diyor Gherardini: ''Koç ona tamamıyla güveniyor.''

Gherardini bir gün Fenerbahçeli antrenörlere ve oyunculara yeni skorerlerini tanıtmaya çalışırken elinde Goudelock'ın amcasıyla ilgili bilgiler içeren kağıt tutuyordu. Amca Goudelock, lisedeyken Gainesville'de Amerikan Futbolu oynuyordu ve kemik kanserine yakalanmıştı. Sol bacağının dizinden altında kalan kısmı ampute edilmek zorunda kalımıştı. 4 yıl sonra, 1986'da vefat edene kadar son iki sezonunu tek bacağı protez üzerinde tüm ağrılarına rağmen tamamlamayı başarmıştı.

''Üniversitedeyken bir gün bilgisayarda bana benzeyen birini gördüm. Büyürken yanımda yalnızca annem vardı. Babam etrafta yoktu. Bu yüzden hiçbir şey sormamıştım.'' Daha sonrasında bu adamın adı Andrew Goudelock olan amcası olduğunu öğrenecekti: ''Adımı ondan aldığımı bilmiyordum.''

Gherardini'nin Goudelock ve arkadaşlarına genç yıldızla ilgili anlatmak istediği nokta buydu: ''Onlara Drew'un hayatındaki değerleri, sertliğini ve asla pes etmeyişini anlattım. Drew'un ailesi, ona Andrew adını verirken amcasının hayalini kurduğu ihtişamlı kariyere ulaşabileceğini ümit ediyorlardı. Drew, bu hikayeyi duyduğunda çok şaşırmıştı. ''

Gherardini bunları anlatırken, Zeljko Obradovic başını anlamlı bir biçimde sallıyordu. Hayatın tamamı böyleydi.


Türkiye'de bir yıldız

Çok çabuk elden çıkardığı üçlükleri, Juan Carlos Navarro ile paylaştığı, hareket halindeyken şut atma konusundaki zirvesi ve Avrupa'daki en talepkar koçun komutasında ortaya koydukları, Goudelock'ın yedek sırasından destek bekleyen herhangi bir NBA takımı için ideal seçim olabileceğini gösteriyor. Goudelock, bununla ilgili ''NBA'de elbette bir şans daha elde etmek sitiyorum. Bu her zaman ilk hedefimdi. Ayrıca yarı yolda kalmak istemiyorum. Bazı oyuncuların garantisi olmayan, yarım sezonluk korkunç kontratlar aldığını görüyorsunuzdur. Ben gerekli diyeti ödedim, eğer böyle bir şey olacaksa bunun gerçekten büyük bir iş olması gerekiyor'' diyor. Goudelock, araba, ev ve ailesinin (1 yaşında Andrew Jr. adında bir oğlu var) tüm ihtiyaçlarını karşılayan Fenerbahçe'den, vergi kesintilerinden sonra 1.85 milyon dolar aldığını belirtiyor: ''Birçok kimse küçük bir pencerede basketbol oynadığınızı anlamıyor. Var olan sınırlı zamanda yapmanız gerekeni yapacaksınız. Sağda solda oturup NBA'i bekleyemezsiniz çünkü onlar, onları beklediğiniz biliyorlar. Orada olmayı çok istiyorum ancak cazibesine de yenik düşmeye niyetim yok.'' Her ne kadar 'eve' dönmüş oyuncular bu fırsatı, baskıyı ve gürültüyü hayal dahi edemeseler de o, bu haftasonunun değerini anlamış durumda. Gerçi evdekiler diyoruz da, Kobe anlamıştır.

''İşler bizim için korkunç gidiyor olabilir ve ben yedek sırasından Kobe Bryant'ın çıldırdığını görüyor olabilirim. Öyle durumlarda Kobe gözlerini kapatır, 10'a kadar sayar, derin bir nefes alır ve oyuna geri döner. Hiçbir şey olmamış gibi gerçekliğe geri döner. Bunu ilk yaptığında ne yaptığını anlayamamıştım. Bana 'Phil Jackson'un bize söylediği şeylerden biri, her durumda sakin kalmaktı. Çünkü işlerin ne zaman terse döneceğini bilemezsiniz' demişti.

 Cuma günü işimiz çok basit: gözleri kapat, baskıyı sessize al, 10'a kadar say. ''Oyunda olduğum ve bir şeyler yaptığım her an, aynı yaklaşımı göstermeye çalışıyorum. Çünkü o haklı, bir şut tüm oyunu değiştirebilir ve siz bunu aklınızda tutmalısınız. Kobe'den öğrendiğim en büyük şeylerden biri de bu.''

'Pozisyonuna göre kısa', 'vasat bir kolejden çıkma' denilen bir oyuncunun, Madrid'te ev sahibi takım karşısında dünyanın en büyük ikinci şampiyonluğunu elde etme yolunda bu kadar rahat olmasının başka bir nedeni yok.

Çeviri: Ahmet Melik SUBAŞI

Yazının orijinali: http://www.nba.com/2015/news/features/ian_thomsen/05/14/ex-laker-andrew-goudelock-makes-mark-in-turkey/index.html?ls=nbahpsplit2

LeBron James hakkında daha önce duymadığınız 5 gerçek



''Eeeh, çok klasik oldu bu artık ama'' demeye ramak kala, tek bir yazıyla da olsa dönemin modasına uyalım.. Bu kadar popüler olmasının bir anlamı olmalı değil mi?

Buyrun; LeBron James hakkında daha önce duymadığınız 5 gerçek:


1) 10 yaşından lise yıllarına dek yalnızca bir idmanı kaçırmıştır.
LeBron James'in lisedeki antrenörü Dru Joyce, o dönemde tüm takım arkadaşlarıyla birlikte zaman zaman kendi evinde kalan ve eşinin yemeklerine bayıldığını ifade ettiği LeBron James'in çalışkanlığına vurgu yapıyor: ''LeBron'un hiçbir zaman kendisini kutsayan temel yeteneklerini doğuştan kabul edişine (*1) şahit olmadım.'' Joyce, Bron'un 10 yaşından lise mezuniyetine kadar yalnızca bir idman kaçırdığını sözlerine ekliyor. Hatta LeBron'un herkesten daha fazla idman yaptığına bile değiniyor. Coach Joyce, ''Bir haftaya daha fazla idman sığdırma şansı bulduğumuz her an idman yapıyorduk, zira çocuklar birlikte oynayıp bir arada yetişmeyi her şeyin önünde tutuyorlardı'' diyor. Kaçan tek idmanı merak ettiğinizi biliyorum. LeBron, bu fedakarlığı elzem bir zamanda üvey babası Eddie Jackson'ı ziyaret etmek için yapmış.


2) Üniversiteye gitmeyip doğrudan NBA olmaya karar verdiği an...
LeBron James, adını 2003 NBA Draftı'na yazdırma kararı aldığında herkes bu kararın pozitif yönüyle ilgilendi; gazeteler çarşaf çarşaf analizlerle yeni bir yıldızın doğuşundan söz ediyordu. Ancak NBA'e gitmek demek, aynı zamanda koleje gitmemek anlamına da geliyordu ve basketbolun teknik parametreleriyle düşünülüğünde bu bir yerde risk sayılabilirdi. Ancak LeBron, bir gün bunun bir risk olduğu düşüncesini kafasından tamamen sildi. Coach Joyce, o günlerden şöyle bahsediyor: ''Ben başından beri onun lisedeki ilk yılında ve ikinci yılında kolej seviyesinde olduğunu düşünüyordum. NBA'e gitme kararını almadan önce ülkenin bir numaralı oyuncusu olarak gösterilen Lenny Cooke'un (LeBron'dan 3 yaş büyüktü ve Adidas ABCD Kampı'nın MVP'si seçilmişti) karşısına çıktı. LeBron, Cooke'u bildiğin dağıttı. O andan sonra hepimiz onun doğrudan NBA'e gidebileceğine kanaat getirdik. Doğrudan NBA'e gidecek ve asla kolej basketbolu oynamayacaktı.''


3) Forma numarası olarak 23'ü seçtiğinde henüz 11 yaşındaydı.
11 yaşındaki LeBron, deplasmanlı basketboldaki ilk yılında kendisine kaç numaralı formayı giymek istediği sorulduğunda tek bir an bile tereddüt etmedi: ''23'ü istiyorum.'' Elbette bu efsane yıldız Michael Jordan'dan ileri gelen bir istekti. Joyce, bu konuyla ilgili şöyle diyor: ''James'in odasındaki duvar, Sports Illustrated, ESPN gibi dergilerden kesilmiş bir yığın Michael Jordan posteriyle kaplıydı. Bu, LeBron'un en büyük olma yolunda her gün kendine sunduğu, hatırlatma niteliğinde bir seçimdi. Elbette o dönemde ilham kaynağı ve favori oyuncusu Jordan olmayan bir çocuk yoktu; James de tıpkı diğerleri gibi en iyi olma yolunda Michael Jordan'dan ilham alıyor, ona benzemeye çalışıyor ve zirveye giden yolda Jordan'ın çalışma etiğini örnek alıyordu.''


 4) Bunun dile getirilmesini pek de sevmiyor ama söylemeden de olmaz: LeBron James, yanında annesi olmadan ilk kez uçağa bindiğinde ağlamıştı.
Coach Joyce bu anı hatırlayınca gülse de içten içe James'in o halini hatırlayıp buruluyor: ''LeBron, bu andan bahsedildiğinde hiçbir şeyden utanmadığı kadar utanıyor.''

''İlk kez uçağa bindiğinde ağlamıştı. Annesi yanında olsun istiyordu. Elbette bir çocuk için yanında ona gözü gibi bakan tek kişi yokken ilk kez tek başına uçağa binmek bunaltıcı bir şeydi.'' diye devam ediyor Joyce, ve bir espriyle noktalıyor: ''Ancak artık o, hepimizden çok daha tecrübeli bir uçucu.''



5) Basketbol kariyeri öncesinde Ohio Eyaleti'nin Akron kenti dışına çıkması dahi mümkün olmamıştı.
Haritadan ABD'ye bakın; evet, bu yazıyı okuyorsanız hepinizde az çok aşinalık vardır, o yüzden pek de büyük gibi görünmüyor olabilir. Yine de ben bir hatırlatma yapayım; İstanbul-Londra arası 3.5 saat civarı sürüyor. Los Angeles New York arası ise 6 saat...

Bu açıdan bakıldığında yokluk içinde büyüyen bir ABD'liden tüm Birleşik Devletler'i gezmesini bekleyemeyiz. Yine de komşu şehre de olsa gider insan, değil mi? Gitmemiş. LeBron James'in antrenörü Joyce, bu durumu şöyle anlatıyor: ''Elbette, Memphis'in dışındaki bir otelde kalmak 1960'lardaki St. Albans'ı ziyaret etmekle aynı şey olmayabilir, ancak bu çocuklar için bu devasa bir şeydi. LeBron, Akron'un dışına çıkmamıştı ve bu kentin dışında, onun rekabet edip bir şeyler kazanabileceği koskoca bir dünyanın var olduğunu ona anlatmak, LeBron'u ve diğer çocukları motive etmek için harika bir yoldu.''

 Oğlu ve diğer takım oyuncuları ile birlikte 18 saate varan karayolu seyahatleri yapıp birçok maça çıktıklarını ifade eden Dru Joyce,Florida'daki Cocoa Plajı'na yaptıkları bir seyahatte LeBron James ve arkadaşlarının okyanusu ilk kez gördüklerini anlatıyor. Bu yolculukların nasıl geçtiği sorusuna ise bi tebessümle cevap veriyor: ''Sporu seviyorlardı. Sürekli spordan konuşup, sporla yatıp kalkıyorlardı.''

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

*1: 'Bu da ne demek oluyor ki?' diye soranlar için hemen açıklayayım:  Amerikalıların 'take for granted' diye bir deyimi var. Sözlük anlamı olarak 'Bir şeyi doğal karşılamak' manasına gelen bu deyim, özellikle sportif jargonda ''Avantaj gibi görünen bazı şeylerin üzerine yatmayıp onları yok sayarak çok çalışma'' anlamında kullanılıyor. LeBron'la ilgili vurgulanmak istenen şey de ''Olağanüstü doğal yeteneklere sahip olmasına rağmen hiçbir zaman bunlara güvenmeyip çok çalışma'dan başka bir şey değil.

8 Mayıs 2015 Cuma

MVP'yi bir de kardeşinden dinleyin: Stephen Curry

Dell Curry'nin iki hayırlı evladından birinin NBA'in en iyisi oluşunun hikayesini ötekinden dinlemek... Girizgahı kısa tutacağım, zira küçük kardeş Seth Curry; NBA'in en iyisi seçilen ağabeyi Stephen'nın NBA'de 2014-15 Sezonunun En Değerli Oyuncusu (MVP) Ödülü'ne giden yolu, dışarıdan izleyen kardeş gözüyle anlatmış. Bleacher Report'tan Ric Bucher da dinleyip bir güzel kaleme almış. Beğendim ve çevirdim; böyle buyrun:

Yaptığı her şeyi bir bakış açısıyla ele almak çok zor. Steph benim kardeşim. Hayatım boyunca onunla birlikteydim. Bu sezonun başında bana ''Bu yıl benim kariyerimin en iyi yılı olacak'' dediğini hatırlıyorum. Sezon başladıktan sonra bile o bunu her tekrarladığında gülüp ''Peki peki'' diyordum. Önceki yıllardan bugüne bu kadar gelişim göstereceğine inanmak kolay değildi. Ancak o, yıl boyunca hep ilerledi. Açıkçası bu yıl onun en iyi sezonuydu.

Benim için büyük şeylerden biri Steph'in Pelicans'la oynanan Play-Off serisi maçları için New Orleans'ta olmaktı. 3. maçı uzatmaya götüren o üçlük gerçek dışı bir şeydi. O şutu elinden çıkarması imkansız gibiydi; özellikle Anthony Davis ve bir başkası onun üzerine doğru koşarken... Topu Davis'in elinin üzerinden çıkardığında ve o top çemberden geçtiğinde şaşırmıştım; üstelik faul de vardı. Çılgınca bir şeydi. Buna birinci elden şahitlik etmek muhteşemdi.


Onun o an NBA'de bir deplasman maçı oynuyor olduğunu düşünmedim. Rakip taraftardan böylesine bir yıldız muamelesi ve takdir görmesi inanılmazdı. Onu sevmedikleri aşikar; ancak ona saygı duyuyorlardı. Ben maçlara babamla giderdim; şehre Allen Iverson, Vince Carter ya da onlar gibi birileri gelip böyle şeyler yapardı. Onun ulaştığı nokta da bu. Onu böyle görmek harika.
Steph'in başarısı aramızdaki diyalogu pek de değiştirmiyor. O hala lisedeki aynı çocuk. Alçak gönüllü biri ve spot ışıkların dışında kalmayı istiyor. Birlikte dışarı çıktığımızda nerede olursak olalım insanlar onunla resim çektirmek istiyorlar. Basketbolla ilgilenmeyen kişiler dahi reklamlar sayesinde onun sahada neler yaptığını biliyorlar. Bu harika, ancak onun pek de umursadığı bir şey değil. O sadece ailesi ve arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi seviyor, o kadar.

  
Saha dışındayken basketbol dışı şeyler konuşuyoruz. Muhtemelen zamanımızın yüzde 25'i basketbol konuşarak geçiyor. Ancak genelde başka şeyler... Özellikle şimdilerde Steph, Play-Off oynuyor ve baskı dolu maçlardan kalan zamanda ailesiyle olup tüm bu karmaşadan uzaklaşmak istiyor. En önemlli şey bu: her gün yaptığı şeyden uzaklaşabilmek adına aklına yardım ediyor.
Yaptığımız ana şeylerden biri de oynadığı reklamlarla dalga geçmek. Mesela Degree Deodorant reklamı... Tişörtünü çıkardığında soyunma odasında nasıl olduğunu gördünüz değil mi? Bu bize baya malzeme çıkardı. Bir de Under Armour reklamı var. Hep yaptığım bir şaka var; ona İngiliz aksamıyla ''William Shakespeare'' deyip duruyorum. Hele ilk ay her seferinde onu bununla vurdum, çok komikti.





Steph saha dışında çok komik, çok budala bir eleman. Ayrıca sahada da ligdeki herkes gibi rekabetçi olduğu kadar eğlenmeyi de bilen biri. Şut ataken çok rahat ve top henüz basket olmadan dönüşü... Bunu rakibi tahrik etmeden yapıyor, sahaya çıkıp eğleniyor ve takım arkadaşlarını da buna dahil ediyor.

Şutu attığında kendini rahat hissediyorsa girip girmediğine çok takılmadığını yalnızca izleyerek dahi söyleyebilirim; ki onunla çok idman yapmışımdır. Bununa birlikte çok da sağlamdır. O an iyi ya da kötü olduğuna bakmadan bildiği şekilde oynar. Özgüveni yüksektir ve kötü duygulara yer vermez.
Takım arkadaşlarını mutlaka kazanacaklarına inandırır. Hayatı boyunca bunu yaptı. Davidson'dayken (NCAA) iyi oynamamış olsaydı, takımı kazanamazdı. Ancak şimdi hep böyle iyi oynamanın verdiği baskının çok da farklı olduğuna inanmıyorum. Warriors kazanmayı bekleyen bir takım ve bunun olması için tüm takım iyi oynamalı. Ancak Steph sadece kendi işiyle ilgileniyor. Açıkçası Davidson'dayken böylesine ön planda değildi; ancak iyi oynaması gerekiyordu. Buradaki durum da bence aynı, çok da farklı değil.


Geçenlerde Steph'in MVP'yi kazanmasıyla ilgili bir arkadaşımla sohbet ediyordum. Şampiyonluğun yanı sıra MVP'nin ardından Hall Of Fame'e girme şansı dahi olabilir; NBA'de bunu başarabilmiş çok da fazla oyun kurucu yok.

Bunların hiçbirinin geleceğini görmemiştik. Yani böyle bir şeye hazırlanamazsınız. Bu sadece doğru yönde yükselmek, doğru maneviyata sahip olmakla ilgili. Ünlü olalım veya olmayalım; ailemiz bize etrafımızda olup bitenlerle ilgili iyi bir terbiye verdi. Aynı türde bir üne sahip bir NBA ailesinde büyümek bize hangi insanların doğru gerekçelerle etrafımızda olacağını gösterdi. Dolayısıyla bugün Steph'in yaptığı şey aslında yeni bir şey değil. Bu, benim ve kızkardeşimin hayatlarımız boyunca annem tarafından bizi eğittiği bir şey. Küçük bir aile çemberimiz var ve bence bu en önemlisi, her şeyi kolaylaştıran bir şey.


Onun başarısı benim için de hayırlı bir şey. İnsanlar onun kolejde ve NBA'de yaptıklarının ve yapmaya devam ediyor olduklarınnın ardından bana daha negatif bir bakış açısıyla yaklaşabilirlerdi. Ancak hayatım boyunca onun gibi biriyle yarışmak, bütün yaz dönemlerinde onunla çalışmak ve her yıl nasıl geliştiğini görmek benim için nimet gibi. Geri dönüp bakacak ve kendimi onunla kıyas edecek halim yok. Tüm bunlardan önce dahi ben her zaman kendi yarışımda yer almayı seçtim; Stephen ya da babam olmaya çalışmıyorum. Parolam ''Kendin ol ve olabileceğinin en iyisi ol'' şeklinde. Kendimi Stephen'ın yaptıklarıyla ya da yapıyor olduklarıyla ölçecek değilim. Benim için böylesi daha iyi; sahaya çık ve yapabileceklerinin en iyisini yap.

Stephen'in geçen yaz üzerinde çalıştığı en büyük şey, potanın etrafından kurnaz basketler bulmasıydı. Açıkçası birini fiziksel olarak aşıp, üzerinden sıçrayıp bitirecek biri değil. Mutlaka o el bloğa yükselmeden önce davranıp mümkün olduğunca çabuk turnikeler çıkarmak için farklı yollar bulması gerekiyordu. Bütün yaz bunların üzerinde çalıştı.


Charlotte'ta ve çalıştığı her yerdeki antrenörler, hiçbirimizin her gün denemediği türde turnikeler konusunda yaz boyunca her gün Steph'le çalıştı. Sadece olağan bir turnike değil. Mesela daha önce şu topu alttan tutup çevirerek attığı turnikeyi daha önce göreniniz oldu mu? Ya da pota çevresinde farklı yönlere fake atıp bıraktığı turnike? Ligde diğer oyunculardan çok da göremeyeceğiniz birçok farklı turnike üzerinde çok çalışıp bunları tekrarlar hale getirdi. Temassız idmanlarda çember etrafına fiziksel engeller yerleştirerek çalıştı. Bire bir idmanlarda da canlı savunmalar karşısında bu hareketleri hayata geçirme şansı buluyordu.

Bu şutlar üzerinde çalışabilirsiniz; ancak bunları maçta atmak yürek ister. Steph asla böyle bir problem yaşamadı. Yaratıcı pas veya şut çıkarmak konusunda hiçbir zaman sıkıntı çekmedi.

Neden hala ayak bileği sakatlıkları yaşamadığını size açıklayamam. O ve Under Armour firması yaz boyunca Steph için en ideal ayakkabıyı bulabilmek için birlikte çalıştılar. Bilek koruyucu kullandı ve yaz boyunca bileklerini güçlendirmek için farklı yöntemler kullandı. Önceki iki yıl boyunca bileklerinin fiziksel mücadelelerde onu ne kadar zorladığını biliyordum. Onunla çalışırken son derece titiz davranmak, adeta yumurta kutularının üzerinde yürümek durumundaydınız. Sakatlanacak diye korkup onunla bire bir oynamaktan çekiniyordunuz. Korkunç iki yıldı, neyse ki şimdi sona erdi.


Herkes gibi ben de onun bazı hareketlerinde şok oluyor ve hayranlık duyuyorum. Antrenmanlarda çoğu zaman değişik tipte şutları sokamaz. Bu tip şutları dener ancak yüksek yüzde elde edemez. Ancak maç zamanı dediğimizde bu durum değişiyor; doğal bir içgüdüyle atması gereken şutları atıyor. Adrenalin ya da ekstra motivasyon o şutları sokmasına yardımcı oluyor. Bunlar, yıl boyunca patentini alıverdiği parlak şutlar, idmanda dahi soktuğu şutlar değil bunlar.
 
Stephen'ın böyle bir yaklaşımı var ve hayatı boyunca bunu yaptı. Eğer alev aldıracak şutu attıysa ve devamının geleceğini hissediyorsa atıyor. Bir şut soktuğunda 'bugün çok sıcağım' diye düşünüyor. Oracle'dayken Steph bir şeyler yapmak üzereyse siz de bunu hissedersiniz zaten. Jeneriklik oyunun gelmek üzere olduğu andır o an. Ribaundu aldığını, tüm sahayı geçtiğini gördüğünüzde farklı bir enerjiye tutulduğunu fark edersiniz. Çılgın bir pas ya da basket geliyor demektir.