9 Nisan 2013 Salı

Keyifli Röportajlar Serisi #2: Serhat Çetin





Bu blogu yaklaşık 5 yıldır yazıyorum. Zaman zaman tempomuz yükseliyor, zaman zaman düşüyor, ama öyle ya da böyle 5 yıldır 21numara var. Açıkça ifade edeyim, istatistikleri incelediğimde şunu görüyorum, yazdığım binlerce post arasında en çok okunanı açık ara Doğuş Balbay röportajı. Bu ilgiye kayıtsız kalamadım ve bu zincirin ikinci halkasını yapmaya karar verdim. Zincir diyorum evet, zira ikinciden ötede bunu bir röportajlar serisine çevirmek istiyorum; Keyifli Röportajlar Serisi'ne...

Benim röportaj anlayışım biraz farklı. Gündeme ve güne takılıp kalmayı pek sevmiyorum. Dünyanın en önemli maçı oynanıyor olsa bile bu gelip geçici, tükenmeye, tüketilmeye mahkum bir malzemeden öteye gitmiyor. Büyük gazetecilerin, büyük kimselerle yaptığı büyük röportajlara bakın, hey gidi günler deyip geçiyoruz. Ancak bizim Doğuş'la yaptığımız sohbette zaman ve gündem kısıtlaması yoktu. Daha çok biyografi tadındaydı. Zaten o yüzden aradan geçen yıllara rağmen hala çok tıklanıyor ve okunuyor.

Ancak bu röportaj anlayışında da şöyle bir sakınca var; herkesle yapılmaz, yapamazsın. Muhabbeti bol, keyifli bir adam olmalı. Adı üzerinde; Keyifli Röportajlar Serisi. Onlarca soru, uzunca bir süre, samimiyet, sabır... Bir çok şey gerekiyor. Açıkçası ben bu yolda seçtiğim isimlerden birinin ''Tamam yahu abartma sen de'' deyip masadan kalkmasına ne bozulurum, ne de tepki gösteririm. O derece yüksek tutuyorum çünkü çıtayı.

Bundandır ki Serhat'ı seçtim ikinci adres olarak. Her şeyden önce kariyerinin ilk aşamalarından beri ilgiyle izlediğim ve çok sevdiğim biri. Alpella'daki günleri, Caferağa'da tüm büyük takımları dize getirilişleri unutulacak gibi mi? Ha, bunun ötesinde Serhat Türk Basketbolunun yetiştirdiği 12 Dev Adam standardında bir oyuncu. Onu da geçtim, bu ''muhabbet adamı'' çizgisine çok yakın biri Serhat. İçi dışı bir, hem duyguları hem de mantığı güçlü, örnek bir sporcu. 

Sözü daha uzun tutmayayım, serinin ikinci röportajında tam 59 soruya cevap veren, benimle 76 dakika soluksuz muhabbet edip kayıt cihazının sınırlarını zorlayan Serhat Çetin huzurlarınızda:

Pekala başlıyoruz... Serhat Çetin kimdir? Seni hiç tanımayan birine kendinden bahsediyor olsaydın neler söylerdin?

23 Şubat 1986 doğumluyum. İstanbul'da doğdum, ancak Bolu'luyuz. Balık burcuyum. 9 yaşından beri basketbol oynuyorum. Şu anda da Beşiktaş Basketbol Takımının sporcusuyum. Aynı zamanda A Milli Takım oyuncusuyum. Spor dışında başka bir mesleği iyi bildiğimi iddia edemem, en iyi yaptığım şeyi ve sevdiğim şeyi yapıyorum. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde işletme öğrencisiyim. Aslında İşletme hikayesi çok garip. Ben matematiği çok seven biriyim. Asıl hedefim matematik mühendisliğiydi, alternatif olarak bilgisayar mühendisliği düşünüyordum. Bahçeşehir Koleji'ne geçtim, ingilizcem kötüydü. Şayet sayısal okursam dersler ingilizce olacaktı ve ortalamam düşecekti. Eşit ağırlık seçtik, bu defa mühendislik hayallerinden vazgeçmek durumunda kaldım.

YEŞİLYURT'TAN EFES'E

Bu hikaye nasıl başladı peki? Sporla tanışman nasıl oldu?

Ben çocukluğumdan beri fizik olarak yaşıtlarımdan ötede olduğum için... Daha atletik, hızlı koşan, boyu uzun bir çocuktum. Aslında ben de Doğuş gibi Futbol hastasıydım. 6 yaşındayken kendimden 4-5 yaş büyüklerle maçlara çıkardım. Bir de solak olduğum için başarılıydım.

Hala oynuyor musun?

Malesef. Malum basketbol, farklı kas grupları ve sakatlanma riski sebebiyle futbola pek yanaşamıyoruz. Karşıyaka'da oynadığım dönemde Levent Ağabey (Topsakal) tıpkı benim gibi futbolu çok severdi. Ancak oynayamadık malum sebeplerle.

Başlangıç da futbolla oldu. O dönemde Florya'da oturuyorduk. Galatasaray'da futbol oynamaya başladım. İlk etapta beni kaleci yaptılar ama istemedim. Aktif olmak, sahada olmak istedim. Biraz uğraştık ve kaleden kurtuldum. Derken birileri çıkıp senin boyun uzun gel basket oyna dedi. Benim kuzenim vardı Cenk Saraçoğlu, o dönemde Yeşilyurt'ta oynuyordu. Beni oraya götürdüler. İlk kez topla tanışmam da orada oldu. Dışarıda, asfalt sahada antrenman yapardık. Haftanın bir günü, pazar günleri salona geçerdik. Çok heyecan ve mutluluk verici bir şeydi. Derken Cenk ağabey Efes'e geçti. Küçük takımda oynamaya başladı. Sonrasında Menderes ağabey beni gördü, yaşımı sordu. ''Sen Efes'e gelmediğin her gün için Cenk ağabeyine bir tokat atacaksın'' demişti. Ben henüz 3 aylık basketbolcuyum, 9 yaşındayım, Yeşilyurt'ta oynuyorum ve düşün Efes Pilsen gümbür gümbür beni istiyor. İnanılmaz ürktüm, korktum, çekindim. Hiç bir şey bilmiyorum diye düşünüyorum, beni orada yerler, yapamam edemem diye düşünüyorum. Doğan Korkmaz vardı, şimdi yıldız milli bayan takımın antrenörü. Ben o zaman 9 yaşındayım, o da 18 yaşında. Bana basketbolu nasıl sevdirdiğini anlatamam. Annemi arardı mesela, ''Abla Serhat'ı getir.'' Okula götürürdü beni, ışıklar kapalıyken antrenman yaptırırdı. Çift topla hareketler, fundamentalimi geliştirmeye yönelik çalışmalar...



İki kişinin radarına birden takıldığına göre hakikaten sağlam ışık vardı sende o zaman?

Menderes ağabeyinki biraz daha fiziğimle ilgiliydi. Muhtemelen maksimum seviyeye yakındık ki böyle oldu. Futbol ve bisiklet en büyük uğraşımdı ama şunu atlamayalım; ben 5 yaşında ritmik cimnastikle başladım aslında spora. 6 yaşında da karateyle uğraştığım bir dönem oldu.

Bu durumda bir aile desteğinden söz edebiliriz? Zira bazen bazı ailelerde bu tip problemler oluyor, çocuklarının spora yönelmesine karşı çıkan aileler oluyor. Sen bu yaşta sporla bu kadar iç içe girebildiğine göre ailen spor konusunda destekliyordu seni? Bir çoğumuzun gizli gizli antrenmana gitme hikayeleri falan var mesela?

(Gülüyor) Benim de var aslında öyle hikayelerim. Aile de maddi imkanları doğrultusunda yönlendiriyor ya da yönlendiremiyor, herkesin imkanı ya da bu konuda bilinci olmuyor tabi. Ama tabi ritmik cimnastik gibi şeyler vücut koordinasyonunu sağlayabilmek açısından önemli şeyler. Sonrası anlattığım gibi işte, Efes'e geçtik. Hiç unutmuyorum, ilk antrenman saat 2'deydi. Beni götüremediler antrenmana. Hüngür hüngür ağlıyorum. Hayatta gitmem, Yeşilyurt'u ve Doğan ağabeyi bırakmam. Neyse saat 2.30 gibi biz mertere gidebildik.

Yahu peki kimse demiyor muydu sana Efes basketbolun lokomotifidir, git et kaçırma bu fırsatı diye?

Tabii, demez olur mu? Ama burada da basketbolu bana sevdiren bir adam var. Bir de korkuyorum diyorum ya abi, Efes Pilsen isminden korkuyorum. Beni orada yerler diye düşünüyorum. Kendimi bir hiç gibi görmüşüm. Neyse gittik, bizim yaş grubunda da öyle çok bir şey yokmuş aslında. Aynı şeyler, aynı idmanlar... Yeşilyurt'ta Doğan ağabeyle bire bir aldığım eğitim oradaki standarttan çok daha ötede, itinalı bir çalışmaydı. Her neyse, ilk idmanda gördüm aslında çok da bir fark olmadığını. Yavaş yavaş ısındık.


O gruptan o takımlardan bugün tanıdığımız birileri var mı?

Yeşilyurt'ta Barış Ermiş'le beraberdik. Ben gittiğimde minik takımdaydım. Daha üst yaş grubunda Ender Arslan vardı ve Cenk ağabeyim vardı. Bir sonraki yıl Cenk geldi (Akyol). Ceyhun Altay vardı hatırladığım. Rahim Rızvanoğlu geldi bir dönem.. Hatırlayabildiklerim bunlar..

İlkler özeldir. İlk sayılar, ilk turnuva, ilk maçlar.. Unutamadığın bir ilk var mı?

Minik takımda Işık Lisesi'nde oynadığımız minikler şenliği vardı. 8'er dakikadan 4 periyot oynuyorduk. O dönemde basketbol 20'şerden iki periyot olarak oynanıyordu. O ilk heyecanı unutmam. Hava atışından sonra bizim takımdan bir çocuk bizim potaya basket atıp sevine sevine dönmüştü. 18 yıl olmuş. Dile kolay.

KUPANIN HİKAYESİ

Bunun haricinde unutamam dediğin anlar var mı? Basketbolun içinde ya da dışında?

En yakın dönemde unutamam dediğim geçen sezon var tabi. İnanılmaz bir hikaye, özellikle benim açımdan. Sezon başı ayrılma durumum vardı, bir şekilde kontrattan çıkmayıp kaldım. Derken Semih geldi, Deron Williams geldi. Hazırlık döneminde Deron bir, ben iki çıkıyordum. Daha ilk maçlarda sakatlandım. Can Akın bir, Deron iki oynamaya başlayınca sistem değişti, takım oturdu. Deron iki numarada daha etkili oluyordu. Bazı şeyler süreci yönlendirebiliyor. Benim oradaki sakatlığım takım için hayırlı oldu. Deron 2 numarada daha etkili olduğunu gördük. Sonrasında ben kadroya girmekte zorluk çektim. O dönemde ayrılma düşüncesi gündeme geldi. Biraz mutsuzdum. Oynamak istiyordum. Bunları düşünürken bir anda lokavt bitti. Ben tam bir kaç takımla dirsek temasına geçmişken D-Will gitti. Sonrasında Gürcistan'a gittik. Ben daha ilk maçtan 40 dakika oynadım. 17-18 sayı gibi bir şey attım. Zor bir süreçti. Deron gitti, Semih gitti, Kemp sakattı. Hawkins'le ben 40 dakika sahada kalmaya başladık. O dönem bir dönüm noktası oldu. Derken Arroyo geldi. Onu da iki numarada denedik, benim süreler yine azaldı. Derken Can'ın çapraz bağları koptu. Türkiye Kupası başladı. Galatasaray maçını uzatmaya götüren üçlüğüm, uzatmalarda attığım iki üçlük, finale yükselişimiz, finalde maçın en değerli oyuncusu olmam... Can'ın sakatlığı da Arroyo'nun 1 numarada etkili olduğunu gösterdi. Muhteşem bir hikayeydi ya. Kupada finale yürüdükçe ''Ya acaba alır mıyız? Alsak süper olur'' gibi düşünceler baş göstermeye başladıı. Sonra kupayı aldık bu defa ''Tamam ya sezon bitti misyonu tamamladık'' gibi bir düşünce çıkageldi. Tarihe geçmiştik çünkü. Derken Eurochallenge'ta final-four'a kaldık. O zaman da aynı şekilde ''Ya alır mıyız? Alırsak tarih olur'' diye düşünmeye başladık. Sonra o kupayı da aldık. Her kupada acaba derken üst üste kupalar geldi. Eurochallenge'tan sonra hepten coştuk. 1 haftadan kısa bir süre sonra Fenerbahçe Ülker serisi başladı zaten . O tarz bir kupayı aldıktan sonra çok zordu o seriye motive olmak. 



Ben de onu soracaktım. Yani üst üste başarılardan sonra motive olmak zor böyle zorlu bir sürece. Anladığım kadarıyla hedefleyip rotadan giden bir takımdan ziyade adım adım giden, maç maç düşünen bir ekiptiniz? Türkiye Kupası, kolay değil. Eurochallenge kolay değil. E play-off'a gel, ilk turda Fenerbahçe Ülker, yarı finalde Galatasaray MP, finalde Anadolu Efes... Yahu hepsi final gibi seri, nasıl motive olabildiniz?

Geçen seneki takım sona kadar gitme hedefi koyuyordu ancak genelde maç maç düşünen bir takımdı. Mesela Türkiye kupası ilk maçına çıktık; Aliağa maçı. Bu maçı kazanalım mantığı vardı. Peşine Galatasaray, bu maçı kazanalım! Bir de o takım her ne olursa olsun çok kenetlenmiş bir takımdı. 3 periyot boyunca felaket oynasak bile son periyot bambaşka oluyorduk. Savunmamız artıyordu, paslaşmamız artıyordu, inanılmaz oynuyorduk. Ha, Eurochallenge'ta kalitemizi zaten biliyorduk, ya da Türkiye Kupası'nda... Ama zor, hiç biri kolay değil. Buradaki motivasyonda en büyük etken Ergin ağabeydi. Karakteri gereği her zaman iddialı biri, hep kararlıdır. Sizi ne yapar eder o hedeflere kilitler. E şansımız da yaver gitti. Lokavttan sonra Arroyo'yla Bonsu'nun boşta olması büyük şanstı. 

D-WILL'LEIVERSON'LA OYNAMAK...

Çok klasik bir soru belki ancak ben farklı bir şekilde soracağım. Oyunculara soruyorlar, mesela ''Deron Williams'la oynamak nasıl bir duygu?'' diye. Oyuncu da ''Harika bir duygu'' diyor, bitiyor. Okuyucunun merak ettiği bu değil. Bana farklı, ince detay niteliğinde ne söyleyebilirsin mesela Deron'la ya da Arroyo'yla, Hawkins'le, hatta Iverson'la ilgili?

Hepsi farklı farklı adamlar. Misal, Deron-AI ikilisinden gidersek... Bir kere ikisinin buraya geliş amaçları çok farklı. Deron lokavt zamanı kendini hazır tutmak, maç eksiği problemini engellemek için gelmiş, belli hedefleri olan bir adam. Tamamıyle profesyonel biri. Kaybetmeye tahammülü yok adamın. Antrenmanda bile! İnanılmaz bir winner... Savunmayı da hücumu da müthiş bir hırsla oynuyor. Ben çok nadiren görmüşümdür antrenmanda takım arkadaşını idman yapmıyor diye fırçalayan birini. Deron böyleydi. Antrenman yapmayana kızabilecek biriydi. Takımı aşağıya çekene tahammmülü yoktu. Bazen düşünürsün, neticede antrenmandır dersin, bazen bir kaytarma olur, ne bileyim bir screenden yavaş çıkarsın, öyle maç gibi hırs yapmazsın ya hani bazen... Benim gördüğüm Deron'da o screen'den çıkış hep hızlı... Topu hep paylaşıyor, devamlı sert, hep hızlı... İnsanlık olarak da çok etkileyici bir karakterdi. Sponsoruyla konuşur, farklı farklı numaralarda bir sürü ayakkabı getirtirdi. Soyunma odasında numaraya göre dağıtırdı. Iverson'da bunları yaşamadık mesela. 


Aslına bakarsan insanların merak ettiği bu. Sahadaki Williams'ı ya da sahadaki Iverson'u herkes az çok biliyor, izliyor. İnsanlar daha çok onların dışarıdaki hayatını ve hallerini merak ediyor. Ne yer, ne içer, spesifik özellikleri, takıntıları gibi şeyleri merak ediyor.

Deron'da şey var mesela; ''İstanbul'a geldim, İstanbul'u öğrenmem lazım!'' mantığı... ''Türkiye'yi tanımam lazım.'' Her türlü fırsatı gezerek değerlendirmeyi seven biri. Iverson daha farklı. Onun geliş amacı D-Will gibi net bir amaç değildi. Basketbolu bıraktıktan sonra yeniden döndü ve öyle geldi Türkiye'ye. Zaten çok iyi oynayamadı. Fizik olarak hazır değildi pek. Bir Efes maçını çok iyi oynadı. Sonra sakatlandı zaten ve ülkesine döndü. Deron'un ondan farklı olarak daha mütevazi bir yapısı vardı. Herkesle kaynaşabilen sıcak biriydi. Iverson biraz daha uzak dururdu ona nazaran.

Kibirli gibi mi biraz?

Ya kibirli değil de, değişik işte. Zaten o gelirken kendi ekibiyle geldi. Güvenliği, güvenlik şefi, kameramanı, arkadaşları.. O ekibin dışına pek çıkmazdı. Duyduğum kadarıyla da pek gezip tozmamış. Devamlı gittiği bir restoran varmış mesela. Deron öyle değildi, oraya da gideyim, buraya da gideyim... Bir de şöyle bir şey var; mesela biz millet olarak biraz çekingenizdir bazı konularda. Çevremizdekileri kırmaktan korktuğumuz için bazı şeyleri söyleyemeyiz. Takım arkadaşımıza ''İdman yap, biraz daha sıkı tut, hadi be oğlum'' diyemeyiz, çekiniriz kırılırlar diye. Deron'da asla böyle bir şey yok. Teklediğin yerde direk söylüyor, ''İdman yapmıyorsun, takımı aşağıya çekiyorsun!'' der, uyarır mutlaka. Herkes söylemez mesela bunu.

Deron'da bunu söyleyebilecek bir ağırlık var. Herkes söylemez, bir de herkes söyleyemez durumu var.

Elbette, vardı onda bu ağırlık. Unutmuyorum mesela lokavt devam ederken Deron'un Amerika'da önemli toplantıları oluyordu. Almanya'da bir maçımız vardı, tam hatırlayamadım şimdi. Deron Amerika'ya gitti. İki gün orada kalıp toplantılara katıldı. Maç günü Almanya'ya geldi, maçta oynadı ve çok iyi oynadı hatta. Tüm egolarından sıyrılmış, çok özel bir karakterdi.

Pekala... Basketbol diye bir şey olmasaydı, şu an nerede ne yapıyor olurdun sence?

Sportif eğilim ve fizik Allah vergisi bir şey, spor için elverişli bir fiziğim oldu hep. Bu yüzden basketbol oynuyor olmasaydım yine başka bir sporla içli dışlı olurdum. Yüzme hariç! Vücut yapım gereği su üzerinde durmakta güçlük çekiyorum. Yüzmeyle bir problemim yok ama antrenörlerin söylediğine göre ağırlık merkezimdeki farklılık sebebiyle baya baya batma problemi çekiyorum suda. Ama diğer tarafta mesela hayatımda iki kez tenis oynadım, ilk kez korta çıktığımda bile gayet iyiydim. Muhtemelen sporla uğraşıyor olurdum yine.



Evet bu serinin ilk röportajında Doğuş da aynı şeyi söylemişti. Şöyle sorayım o zaman, spor diye bir şey olmasaydı ne yapıyor olurdun sence?

İlk başta da bahsettiğim gibi bilgisayar mühendisi olurdum. Okulda da başarılıydım çünkü. Yeşilköy Anadolu'da okudum. Üniversite'ye hazırlanırken bir ara Uluslararası Ticaret istedim, o da yalnızca Boğaziçi'nde ve Yeditepe'de vardı. Yeditepe özel, biliyorsunuz. Ben özel üniversite istemedim pek. Çünkü dediğim gibi başarılıydım ve çalışkandım. Aileme yük olmak istemiyordum, başarabilirdim. Basketbol oynamama rağmen vakit ayırsam da ayıramasam da kamplarda falan o testler, kitaplar hep yanımda olurdu. Zor bir şey aslında, herkes play station oynarken test çözmek sıkıcı. Ama ne pahasına olursa olsun çalışırdım, basketbola rağmen bu böyleydi. Boğaziçi olmadı ama Yıldız Teknik kazandım.

HOBİLER, FOBİLER, TAKINTILAR...

Pekala. Hobilerin neler?
Puzzle yapmayı seviyorum. Son dönemde biraz zorlanıyorum gerçi, parçalar arttıkça yerde yapmak gerekiyor. Yoğun antrenman ve maç temposunda bir de ona eğilmek istemiyor insan. Ama puzzle'a bayılıyorum. PlayStation'u yakın zamana dek çok sık oynuyordum. Genelde PES oynuyoruz. Hele Fener'deyken Oğuz, ben, Ömer (Aşık) inanılmaz sarmıştık. Guitar Hero'ya da bayılıyorum, bateri çalıyorum orada. Son dönemde iPad'den, iPhone'dan kurcalıyorum bir şeyler.
Clash of Clans oynuyor musun mesela?
Yok ben değil ama bütün takım çılgınlar gibi oynuyor. Barış, Can, Cevher, Kartal, Mehmet Ali ve Ricky Minard çıldırmış durumdalar. Neredeyse su molasında bile oynayacaklar, o derece. Ben candy crush'a sardım daha çok.

Serhat bir soru var. Aslında bunu hiç sormamam gerekiyor alacağım cevabı biliyorum ama yine de sorayım. Benzetildiğin biri var mı? Ashley Cole?

Evet Ashley Cole var. Bir de Selçuk İnan'a benzetiyorlar. Özellikle Selçuğun Trabzonspor'daki hali, benim de saçlarımın hafif uzun kıvırcık olduğu dönem var. O halimle daha çok benziyorum. Üniversite milli takımıyla Üniversite Oyunları için Tayland'a gitmiştik. Oradaki insanlar da çok futbolcu veya basketbolcu görmedikleri için görünce çok heyecanlanıyorlar. Orada farklı farklı bir çok mekanda bir çok insan beni yolda Ashley Cole diye durdurdu. Üstelik Cole ile aramızda da o kadar boy farkı var. Buna rağmen yani... Bir de yaz olduğu için yandık biraz daha esmerleştik falan... Baya baya Ashley Cole zannediyordu Tayland'lılar.

Peki bozuntuya vermeyip devam ettiğin oldu mu? Ben mesela Tayland'a tatile gittiğimde üzerimde devamlı NBA formaları ve kafamda kovboy şapkasıyla dolaştığım için beni Amerika'lı zannediyorlardı, bir süre sonra ses etmemeye başlamıştım. Sende de oluyor mu böyle şeyler?

Yok ben pek yapmıyorum ya. Benim benimsediğim ve bu yaz milli takımda Tanjevic'le geliştirdiğim bir ilkem var. Öyle ya da böyle, az ya da çok, tanınan insanlarız. Toplumun benimsediği, onlara örnek teşkil etmesi gereken insanlarız. Bir maçtan sonra yenilsek de, fark da yesek, yurtdışındaysanız oraya gelen gurbetçiler olsun, ya da sizi seven herhangi bir kimse olsun onlara gülümsemek, isteklerini geri çevirmemek gerek. Fotoğrafsa fotoğraf, imzaysa imza... Moralimiz ne kadar bozuk da olsa onlara gülümsemek zorundayız. Ben böyle düşünüyorum. Geçen yaz Almanya'daki turnuvada mesela, iki maçta da fark yedik. Yüzlerimiz asıktı, maç çıkışı insanlara üzgün olduğumuzu belirtip pas geçtik. Akşamki toplantıda Tanjevic bize ne kadar fark yerseniz yiyin, insanları kırmayın ve geri çevirmeyin diye bir konuşma yapmıştı. Ben çok etkilendim bundan. O günden beri daha dikkat etmeye çalışıyorum. 

Gurbetçiler falan ayrı tabi de, ben böyle Tayland vesair yerler için soruyorum, takım olarak gülünç anlarınız olmuyor mu hiç?

Olmaz olur mu? Bize en çok gelen soru ''Basketbolcu musunuz?'' sorusu. Ben öyle çok uzun biri değilim ama yani basketbolcu olduğumu belli edecek kadar varım, 1.98'im. Takımla beraber asansöre falan biniyoruz, hadi beni geçtim; Gasper oluyor yanımda, Cemal oluyor. İnsanlar bu adamlara bakıp ''Basketbolcu musunuz?'' diye sorunca garip oluyor haliyle. ''Yok, biz su topu oynuyoruz'' dediğimiz oluyor bazen. Ya da bazen üzerimizde milli takım formasıyla geziyoruz, göğsümüzde ve sırtımızda kocaman Türkiye yazıyor. Gelip ''Hangi ülke?'' diye soranlar oluyor. Bunlar bu açıdan tahrik edici şeyler oluyor ama ben kendimi tutmaya gayret ediyorum.

Fobilerini sormayı unuttum, var mı? Mesela Doğuş hayvanlarla aram iyi değil demiş

(Gülüşmeler...) Yükseklik korkum var abi. Yüksek bir yerdeysem mutlaka önümde bir koruma, balkon vesaire tutunacak bir yer olmalı. Onlar olmadan pek yanaşamam kıyılara. Hayvanlar konusunda da fobi değil de mesela kedi sevmem. Çok ilginç bir hayvan ya, çağırırsın gelmez, sevdirmek istemediğinde sevdirmez.

Ben bu konuda takıntılıyım abi. Kediler beni deli ediyor. Yahu ben seni besliyorum, büyütüyorum, gözümden sakınıyorum. Sen bir sokak kedisi de olabilirdin ben almış seni evime koymuşum, havan kime?

(Gülüşmeler...) Aynen ya. Sevmeye kalkıyorsun tırmık atıyor falan... O yüzden pek hoşlanmıyorum kedilerden. Ama genel olarak hayvanları severim.



Ne tür müzik seviyorsun?

İnanır mısın, her tür! Moduma göre değişiyor. Duygusal açıdan dengesiz biriyim. Ruhsal durumum çabuk değişiyor. Bu yüzden hemen hemen her tür müziği dinliyorum. Mesela abes bir örnek olacak belki ama Orhan Gencebay dinlediğim de oluyor, metal müzik dinlediğim de oluyor, Türk Sanat Müziği dinlediğim de oluyor.

Unutamam dediğin bir film veya sahne var mı? Mesela bende Cinderella Man'in yeri çok ayrıdır.

Film deyince aklımda direk 'Babam ve oğlum' geliyor. Duygusal bir adamımdır ve aile konusunda çok hassasımdır. Bir filmde aile teması işleniyorsa çok etkiler beni. Babam ve oğlum bu açıdan çok çarpıcıydı.
Beğendiğin Hollywood ve Yeşilçam yıldızları?
Serhat: kesinlikle favorim Morgan Freeman. Denzel Washington'u da çok severim. Onun dışında Sandra Bullock ve Natalie Portman'ı beğenirim. Yesilçamda ise Şener Şen favori isimlerimdendir. Eski komedi filmleri bir yana, onları da severim fakat son yıllardaki filmleriyle gönlümde taht kurmuş bir isim Şener ağabey... Yabancı filmlerden de bilindik oyuncuların oynadığı Türk filmleri daha çok hoşuma gider. Ama her türlü filmi sonuna kadar izlerim, yarıda birakma huyum yoktur. Çok fazla aktör ismi bilmem. Malesef filmler bittiğinde kim oynamış, yönetmeni kim kısımlarına pek bakmıyorum. Benim için filmin kendisi önemli.
  
Sporcu ya da değil, model aldığın, onun gibi olmak isterim dediğin biri var mı?

Şu an yok. Ama önceki dönemlerde oldu tabi. Mesela benim 15 numara giymemin sebebi Ufuk Sarıca'dır. Kariyerimin ilk aşamalarında idolüm o oldu. Daha sonraki dönemde Ömer abi (Onan)... Özellikle savunmasını ve hızını örnek almışımdır. Ancak dediğim gibi ben kendime güvenen biriyim. Bu tip oyunculara karşı oynarken kendimi motive edişim biraz tuhaftı ama işe yarıyordu. Maçtan önce düşünürdüm mesela, evet İbrahim abi (Kutluay) çok iyi şutör, çok iyi skorer. Ama ben de iyiyim. Ömer abi çok iyi savunmacı, ama ben de inatçıyım, ben de yapabilirim. Böyle motive ederdim kendimi. 

Alpella'yla Fenerbahçe'yi Caferağa'da yendiğiniz maç unutulacak gibi değil

Kesinlikle. Ömer abiyi blokladığım bir pozisyon vardı mesela o maçta. Orta sahadan koşup yapmıştım. Benim için kritik detaylardı bunlar. İlk etapta bu isimler benim için çok ön plandaydı ancak kariyerimin ilerleyen aşamalarında benim için artık Serhat Çetin var diye düşünmeye başladım. Kendi gelişimime odaklandım.

'HAWKINS İÇİN ÇOK ÜZGÜNÜM'

O takım çok başkaydı değil mi? Bir çok takımı yerinde izledik, her takımın kendince güzel bir karakteri var, ama o takım bir başkaydı bence.

Bir takımda herkes kendini düşünüyorsa o takımla bir yere varmanız çok zordur. Ama tam aksine ''Evet ben boşum ama köşede daha boş biri var'' diye düşünüp o pası yapabiliyorsanız başarı çok uzakta sayılmaz. Alpella'da bu saygı vardı. Savunmada iyiydik. Takımlarda lider olur bir de, ya da lidere yakın birileri. Ben 5 hafta sonunda Alpella'ya gelmiştim. O takımdaki arkadaşlar biliyordu mesela benim daha çok süre alacağımı, yaş olarak da bir kaç adım öndeydim. Ömer'le aynı yaştayız, ikimiz çok önemli birer parçasıydık o takımın. Arkamda Ogün vardı, Ogün Sevinç. Mesela Ogün bilirdi benim ilk beş çıkacağımı, sürelerin nasıl dağılacağını... Bu bilinçle oynardı, birbirimize karşı güvenimiz vardı ve kimin hangi rolü ne kadar ağırlıkla üstleneceği netti. Buna göre mental olarak rahattık, herkes üzerine düşeni yapıyordu. Mesela geçen sezon Mehmet Yağmur'un gösterdiği çıkışın sebebi de bu. Kısıtlı süreler almasına rağmen bu süreleri doldurmasında tetikleyici etken bu. Onun önünde Carlos Arroyo vardı. Bir şekilde bu adam çıkıp 35 dakika oynayacak. Bende de mesela Deron varken, Hawkins varken... Biliyorsun, bu adamlar çıkacak oynayacak, sen yedeksin.  Bunu bilip kabullenebilmek ve ona göre performansı şekillendirebilmek çok önemli. Oyuncuların aynı ya da yakın seviyede olduğu bir durum söz konusuysa, bu durumda antrenöre çok iş düşüyor. O rekabet ortamını oluşturup oyuncudan verim almayı bilmeli. Oyuncuyu küstürmemek gerek.

Birlikte oynadığın ve hala görüştüğün yabancı oyuncular var mı?

Var. Carlos'la görüşüyoruz. David Hawkins'le arada bir paslaşıyoruz.

Yeri gelmişken... David Hawkins'le ilgili ne düşünüyorsun?

Çok üzüldüm. Karakterini biliyorum. Allah inancının ne kadar kuvvetli olduğunu biliyorum. Her maçtan önce annesini arayıp o maç için dua etmesini söyleyen bir adam bu. Şaşırdım ve üzüldüm. Hiç aklıma gelmezdi böyle olacağı. Ancak ortada üzücü bir gerçek var, iki numune de pozitif çıktı.

Olaydan sonra konuştunuz mu hiç?

Olay olduktan sonra bir süre bekledim ben. Bunu ona da söyledim. O sıra ona mesaj atmak ya da aramak istemedim. Eminim herkes arıyordur seni, yormak istemedim dedim. Geçmiş olsun dileklerimi ilettim, fazla da kurcalamadım daha fazla üzülmesin diye. Çok üzgün o da. İlk söylediği şey ''Crazy situation'' oldu. Sonra konuyu değiştirdim daha fazla üzmemek adına, ailesini falan sordum. 1 yıl sonra onu bu halde görmek çok üzücü. Türkiye'de kariyerinin zirvesine çıktı. O Milano'dayken ona karşı oynadım ben ve onu şut sokamaz diye savunmada riske ettiğimi dahi hatırlıyorum. Türkiye'ye geldikten bambaşka biri olmuştu, dengesiz şutları bile atıyordu ancak ben bunun kullanılan bir maddeyle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu tamamen ona duyulan güvenle alakalı. Beşiktaş'a gelir gelmez kaptan oldu, lokavtın bitmesinden ve Deron'un gitmesinden sonra da direk takımın lideri oldu zaten. Bu yıl Galatasaray'da daha da iyi oynuyordu. Çok kötü oldu bu, çok üzüldük hepimiz.

Takıntılar var mı?

Takıntım yok ama titiz biriyim. Mükemmeliyetçi bir yapım var. Bir çok insan bundan rahatsızdır ama ben memnunum. Her şey tam olsun istiyorum. Basketbolda da mesela ben çok iyi oynasam bile takımdan biri kötüyse onu kafaya takıyorum, o da iyi oynasın her şey çok iyi olsun istiyorum.

Peki bu yapın sebebiyle kariyerinin sonraki aşamalarında antrenörlük düşünmüyor musun?

Sabırlı biriyimdir aslında, ancak bazen kendimi tutamıyorum. Oyuncularla iletişim kurmakta zorluk çekecek olursam kendimi tutamayıp hatalar yaparım diye düşünüyordum. O yüzden antrenörlük düşünmemiştim ancak olgunlaştıkça kafama yatmaya başladı. Bunu ileriki aşamada göreceğiz biraz da, aklımın bir köşesinde var.



En büyük hayalin ne?

Biliyorsun, geçen yaz evlendim. Tek hayalim aileme ve ileride doğacak çocuklarıma güzel bir hayat yaşatmak. Spesifik bir şey yok, günü ve anı yaşayıp tadını çıkarmaya çalışıyorum. Kazandığım parayı da iyi değerlendirip yatırım yapmak ve hayatımın sonraki aşamaları için kendime ve aileme konforlu bir hayat sunmak istiyorum.

Yaptığın en büyük çılgınlık ne? Şimdi olsa yapamam, nasıl yapmışım dediğin bir şey var mı?

Yok. Çılgınlık demeyeyim ama Beşiktaş Murat Didin geldiğinde, aynı şekilde Galatasaray Murat Özyer geldiğinde hatrı sayılır rakamlar ödeyerek beni almak istedi. Bense daha düşük ücrete Karşıyaka'yla anlaştım. Oynamak, daha büyük süreler almak istedim. Doğru da bir karar verdiğimi düşünüyorum. Oynamak benim için her zaman önde geldi. Mesela pek kimse bilmez, Fenerbahçe'ye gelişimdeki en büyük etken Aydın Örs'tür benim. Orada da süre endişem vardı ancak Aydın abinin bana söylediği bir şey vardı; ''Ben senin süre problemi yaşayacağını düşünmüyorum ama madem böyle korkuların var, bizde Alpella diye bir şans var. Baktın olmuyor, ben seni Alpella'ya gönderirim seni'' dedi. Bunun sözünü alınca imzaladım Fenerbahçe'yle.

Alpella'ya pilot takım vurgusu yapılıyordu ama bence pek pilot takım değildi o ya. Sadece iki yabancısı vardı, Curtis Withers ve Marshall Strickland. Buna rağmen harika bir takım olmuştu.

Evet içeride tüm büyük takımları yenmiştik o sezon. 

Evet, o seride tüm maçlara gelmiştim. Pekala, arabalarla aran nasıl?

Arabalara bayılırım. Hedefimde hep şu vardı; evde bir tane jip olsun, bir tane de normal binek araç olsun. Ancak ne kadar iyi kazanıyor olursanız olun, Türkiye gibi bir ülkede yüksek motorlu araçlar almak büyük ziyan. Vergiler çok yüksek. Ha, imkan olsaydı Bentley GT ve Mercedes SLS tercihim olurdu. Klasik olarak Shelby Mustang'i de çok seviyorum.

NBA için ne düşünüyorsun?

Avrupa'dakinden çok farklı bir şey oradaki. Bire birin ağırlıklı olduğu bir yer daha çok. Çok takip edemiyorum. Michael Jordan basketbolu bıraktı, ben de NBA'i bıraktım.

Interneti takip ediyor musun? Müdavimi olduğun siteler, forumlar vs. var mı?

Yok, genelde Twitter'ı takip ediyorum. Haber portallarına göz attığım oluyor.

Blog olayına ne diyorsun? Internet, spor medyasında bir devrim oluşturdu, bu konuda ne düşünüyorsun?

Okuyuculara yorum imkanı sunuyor olması itibarıyla bence de devrim niteliğinde. Harika bir imkan. Bunların pozitif gelişmeler olduğunu düşünüyorum. 

NBA'de en çok beğendiğin oyuncu?

Lebron James. Oyunun her yönünü bütünüyle çok iyi oynuyor. 

Kobe mi, Jordan mı, Lebron mu desem?

Elbette Michael Jordan. Evet, Kobe Bryant olsun, Carmelo Anthony olsun çok yetenekli oyuncular ancak ben bütünüyle oynayan, paylaşımı seven, lider nitelikte oyuncuları seviyorum. 

Savunmaktan korkarım, karşıma çıkmasın dediğin oyuncular var mı?

Benden daha kısa ve daha çabuk oyuncuları savunmakta güçlük çekebiliyorum. Ancak eşleştiğim adam fizik olarak bana yakınsa onunla ikili mücadeleye girmekten çok büyük keyif alıyorum. Mesela ben Tekel'de oynarken Domercant'le oynamak çok hoşuma gidiyordu. Ya da İbrahim Kutluay'a top aldırmama savunması yapmaktan çok keyif alırdım.

HARUN ERDENAY'I SAVUNMAK

Bo McCalebb gibi oyuncular biraz sıkıntı o zaman? Başka isim alsak? Mesela Arroyo'yu savunmak?

Yoo onu tutarım (Gülüşmeler), takım savunması ön planda olduğu için bireysel olarak kimseden pek korkulmuyor. Ancak eskiler düşünüldüğünde Harun Erdenay. Unutmuyorum bir gün Harun ağabey, sakatlıktan mı hastalıktan mı ne dönmüş. O gün de ben çok formda hissediyorum. Deliler gibi savundum, öyle böyle değil. Faüller yaptım, bloklar yaptım, devamlı marke ettim falan. O zaman skorbordta kimin kaç sayı attığı gözükmüyor. Neyse maç bitti, o zaman yaşım 18. Tekel olarak İTÜ'yü yenmişiz, 20 sayı atmışım, acaip coşkuluyum tabi. Heryerden tebrikler geliyor, Harun'u iyi tuttun süperdin falan diye. İstatistik bir geldi, 30 sayı atmış. (Kahkahalar) Harun Abiyi savunmak istemezdim o açıdan.

Favori oyuncularından bir ilk beş çıkarsan?

Kerem Tunçeri-Ömer Onan-Harun Erdenay-Mirsad Türkcan-Efe Baba!

Aktif oyunculardan desem?

Kerem Tunçeri-Ömer Onan-Hidayet Türkoğlu-Ersan İlyasova-Ömer Aşık

En sevdiğin yemek?

Etli yaprak sarma.

Yoğurt da koyuyor musun?

Kesinlikle!

Elimde olsaydı şurada yaşardım dediğin bir yer, bir şehir?

Amerika'da bir yerler olabilirdi ancak bilemiyorum, belki de gidip yerleşsem çok da umduğum gibi çıkmayacaktır. Çok gezme şansım olmadı ama San Francisco'yu beğendim. İstanbul bence Avrupa'nın en güzel şehirlerinden biri. İzmir de plasem olurdu.

Zamanı geri alabilsen, yapmam dediğin bir şey var mı?

Kenarda oturarak geçen zamanlarım oldu kariyerimin bazı aşamalarında. Daha çok sahada yer alabileceğim tercihler yapmak isterdim. Bir ara fazla yüklenmekten sakatlık geçirdiğim oldu, o dönemde de üzülmüştüm.

Sence en önemli özelliğin ne?

Tam bir takım oyuncusuyum. Yani şöyle söyleyeyim, ben Efes'te yetiştim. 9 yıl altyapı oynadım, bu 9 yılın 8 yılında oyun kurucu olarak oynadım. O dönemde A Takım'da antrenör Aydın Örs'tü ve a takımdan altyapılara kadar tüm safhalarda bizlere verilen öğreti topun paylaşılması yönündeydi. Bu yüzden ben hayatım boyunca hiç bencil bir oyuncu olamadım. Hep topu paylaşmaya çalıştım. Bu da beni iyi bir sistem oyuncusu yaptı. Bunun sayesinde de kendime müthiş bir özgüven geliştirdim. Kendimi çok iyi hissediyorum, şutlarda olsun penetrelerde olsun sorumluluk aldığım her an faydalı bir şeyler yapabileceğimi hissediyorum.

Kendi kişiliğini nasıl betimliyorsun?

Herkes beni iyi biri olarak tanısın diye uğraş veren, ama bunun mümkün olmadığını anlayp son 1-2 senedir bunun için verdigim çabayi en aza indirgeyen, yapacağım her işin mükemmel olması için uğraşan, haksızlığa gelemeyen, verilen emeğin karşılığını alamayınca şişen bir yapıya sahibim. Çok duygusalım, aile bağlarım çok kuvvetli, ama çoğu zaman da olaylara objektif bakıp mantığımı ön plana çıkarmayı becereirim, kararlarımı mantığımla almaya çalışırım.
En beğendiğin ve beğenmediğin huyların neler?
Tam bir sağlık gurusuyumdur. Doktorların, diyetisyenlerin, kondüsyonerlerin, açıkçası mesleğinin uzmanı olmuş kişilerin görüşlerine çok değer verir ve bunları harfiyen yapmaya çalışırım. İyi bir fiziğe sahip olmak, sağlıklı olmak, iyi giyinmek hoşlandığım şeyler. Fakat aynı zamanda herkesin çok şık giyinip gittiği bir restorana eşofmanla gidebilecek kadar da rahatım, bu özelliğimi de seviyorum. Dışarıdan biraz kasıntı gibi duruyormuşum, öyle diyorlar. Ama değilimdir, beni tanıyan herkes cana yakın olduğumu söyler. Beğenmediğim pek de bir özelliğim yok, kendimi seviyorum. 

Milli Takımın geleceği hakkında neler düşünüyorsun? Oyuncu yetişmiyor, özellikle oyun kurucu bulamıyoruz sitemlerine katılıyor musun? Sence neler yapılmalı?

Oyuncu yetişmiyor görüşüne katılmıyorum ben. İnanilmaz yetenekleri harcayışımıza üzülüyorum ama. Bunu hep beraber yapıyoruz. Sadece antrenörler değil. Menajerler, takım arkadaşları, aileler, herkesin rolü çok büyük. Yetenekli bir genci çok çabuk göklere çıkartma özelliğine sahibiz. 1-2 sene sonra da süre bulamayınca suçu kendinde degil baska yerlerde arayan gençleri biz yaratıyoruz. Antrenörlerin ve kulüplerin  genç oyuncu konusunda biraz daha yürekli olması gerekiyor sanırım. Bu zirveye oynayan takımlarda belki bu kadar kolay değil, bir Barcelona, Panatinaikos da gençlere pek süre veremiyor. Fakat ortalarda ve daha aşağıdaki takımlar için bunu yapmak mümkün. 5 tane genci aynı anda sahaya atın demek değil bu, fakat yanında iyi oyuncularla kombine bir şekilde gençler de her türlü oynayabilir bu ligde. Şu anda bunu en iyi uygulayan takim Tofaş gibi gözüküyor. Geçen sene de Ergin ağabey Kartal'ı ara ara sokuyordu devreye. Şans verilen oyuncular bunu değerlendirmesini de iyi bilecek. En anlam veremediğim konu ise ülkemizdeki yabancı oyuncu sevdası. Diğer ülkelerde kendi evlatlarını bağırlarına basarlarken, biz burada bizim gençlerimizden çok daha yeteneksiz yabancı oyunculara hem para kazandırıyoruz, hem de 30 dakika üzeri süre veriyoruz. Sonra da ağlıyoruz oyuncu çıkmıyor diye. Milli takım ise hep daha iyiye gidecektir. Zaten artık belli bir seviyeye geldik, artık herkesin saygı duyduğu bir ülkeyiz, rakibiz. Çalışmaya devam.

İçi seni dışı beni yakar derler. Bir çok mesleğe uzaktan bakıp sadece bardağın dolu tarafını görür insanlar, oysa dışarıdan çok parlak görünen bazı mesleklerin kimselerin görmediği ya da görmezden geldiği zorlukları vardır. Sporda da bunun böyle olduğunu biliyorum, bir de senin yorumunu dinleyeyim istedim.

Her mesleğin zorlukları birbirine benziyor zaten. Bizim işimizde seyehatlar, maç ve idman temposu çok yoğun, her daim kendinize iyi bakmaniz, istirahat etmeniz gerekiyor. yani dışarıdan ne olacak canım günde 2 saat koşturuyorlar gerisinde boşlar değil olay. Dinlenmek yatmak da bizim işimizin bir parçasi. Sürekli yüksek performans beklentisi var sizden ve hep iyi olmak zorundasınız, yoksa yerinize gelebilecek başka oyuncular hazır. Sürekli stres var yani. Ayrıca profesyonel spor sağlığa kesinlikle zararlı. Çoğumuz sporu bırakıp yaşlandığımızda dizlerde, belde, omuzlarda, ayak bileklerinde mutlaka kalıcı hasarlı oluyoruz. Seyehatlar de herkesin düşündüğü gibi rahat değil. Herkes gibi bizde ekonomi uçuyoruz ve normal tarifeli uçuşlarla uçuyoruz. Maçı oynayıp, akşam yemeğini yiyip, 1 saat bile uyuyamadan gece yolculuk yaptığımız çok oluyor. Ofis çalışanları bile gece uyuyamadığında ne kadar zorlanıyordur ki biz bir de vücudumuzla iş yapıyoruz. Onun dışında anlaşamadığımız oyuncular veya antrenörler olabiliyor, tıpkı ofisinizde sürekli sizinle uğraşan patronunuz gibi çarpıp kapıyı çıkamıyorsunuz. Ya da işe gitmek istemediniz, hastayım dediniz, yada yarım saat geç gittiniz gibi şeyler bizde yok, geç gelirseniz cezayı yersiniz

Uğurlu bir rakamın var mı? Ya da uğur getirdiğine inandığın bir şeyler?

Uğurlu bir rakamım yok. Maçlarda belli bir rutinim var, hep ayni şekilde ısınmayı tercih ediyorum. Ve uğur olarak yaptığım tek şey streching hareketlerine geçerken sağ dipten bir tane üçlük sokmak, sayı yaptıktan sonra strechingi yine o sağ köşede yaparım. Onun dışında da duamı unutmam.

Beğendiğin TV Programları, takipçisi olduğun diziler?

Hiç TV izlemem, öyle bir alışkanlığım yok. Ancak yolcululuklarda ve kamplarda bilgisayardan bazı yabancı dizileri takip ediyorum. Su sıralar Dexter, breaking bad, game of thrones, californication bunlardan bir kaçı... 

Basketbol dışında yetenekli olduğun bir konu var mı? Mesela şarkı söylemek, yemek yapmak vs.?

Abi, yetenek benim isim. Şaka bir yana, yanık bir sesimin olduğunu söylerler sorarsanız ama ben kendi sesimi çok beğenmem. Yemek yapardım fakat artık yapmıyorum, eşim sağolsun. Ama mutfağı sevmem zaten. Bunu her yerde herkese söylerim, en az 1 saatte yaptığınız yemeğin 10 dakikada tüketilmesi çok büyük emeğe saygısızlık olarak geliyor bana. Bir de bence bir bateri çalma yeteneğim de var fakat henüz üzerinde durabilmiş değilim.

Yanyana oynamak istediğin oyuncular, çalışmak istediğin özel birileri var mı?

Takım oyununu ve paylaşmayı seven, karşısındaki insana veya tüm takım arkadaşlarına saygılı, savaşan, kaybetmeye tahammülü olmayan herkesle oynamak isterim.

Serhat harika bir röportaj oldu, çok teşekkür ediyorum sana kendi adıma ve tüm okuyucular adına.

Benim için de çok keyifliydi. Görüşmek üzere. 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzel, keyifli bir sohbet olmuş. teşekkürler...