19 Nisan 2013 Cuma

NBA'de normal sezonun ardından...



Normal sezon bitmiş, Play-Off arefesi mübarek güne denk gelmişken bize de bir şeyler karalamak düşüyor. Önce geride kalan sezona dair ödül tahminlerimizi ve x-faktörlerimizi yazalım, takımlar için şöyle bir sezon güzellemesi yapalım. Akılda neler kaldı, mümkün mertebe, kısa kısa...

NORMAL SEZON ÖDÜLLERİ



En değerli oyuncu (MVP): Lebron James
Daha ne yapabilir, daha ne kadar öte oynayabilir ki? Hepimiz onu Wade'in takımına gittiği için eleştirdik. Hatta bunun haricinde bir çok şeyi öne sürerek eleştirdik. Kral James, geçtiğimiz sezon eleştirilerin bir çoğunu yıktı. Heat şampiyonluk kazanırken ''Kritik anlarda sorumluluktan kaçıyor'' eleştirisini Wade ve Bosh'un olmadığı dönemde tek başına yaptığı resitallerle çürüttü. James, bu sezon da eleştirileri söndürmeye devam etti. Heat'in normal sezonu 66 galibiyetle kapattığı bu süreçte 28 sayı, 8 ribaund, 7 asist gibi triple-double civarı istatistiklerle kapattı, bunu da %56 saha içi ve %40 üç sayı yüzdeleriyle başardı. Artık Heat'ten 'Wade'in takımı' diye bahseden var mı, bilemiyorum. Uzun lafın kısası; oyunun her iki boyutunda da gösterdiği insan üstü performansla tartışmasız Lebron diyorum. Hala eleştirmediğim şeyleri yok değil, mesela birinin kendinden sürekli 'Kral' diye söz etmesi son derece itici. Bunun dışında kusursuz, kelimeleri kifayetsiz bırakıyor.


Yılın coach'u: George Karl
Denver Nuggets, 57 galibiyetle kapattığı sezonda Kuzeybatı grubunu lider tamamladı. Batı'nın genel sıralamasında da Thunder ve Spurs'ün ardından üçüncü sırada yer aldı. Ofansif olarak ligin en iyi takımı durumundalar. Bunu ben değil, rakamlar söylüyor. Maç başına en çok şut kullanmakla birlikte en fazla isabet bulan ekip Nuggets, maç başına 40.7 isabet bulmuşlar. Buna mukabil 106.1 sayıyla ligin en skorer takımı durumundalar. Ribaundlarda maç başına 45 ribaund alan Pacers'ın hemen ardında ikinci sıradalar. Asistlerde de 24.4 ortalamayla Spurs ve Hawks'ın hemen ardından üçüncü sırayı aldılar. Herkesin bir şekilde katkı verdiği, güzel bir rotasyonları var. Özellikle iç sahada rakipsiz konumdalar. Evinde 41 maç oynayan Nuggets, bu 41 karşılaşmadan 38 galibiyet çıkardı. Bu alanda lig lideri durumundalar. Hemen arkalarında 37 galibiyetli Heat var. Evet sakatlık konusunda şanslı bir sezon geçirdiler ancak tüm bunlar, bu şansın sonucu değil. George Karl harika bir iş çıkardı. Seçilmemesi durumunda ''Ben daha ne yapayım?'' diyebilecek kredisi var.


6. Adam: J.R Smith
Aslında Jamal Crawford düşünüyordum, Clippers ligde kenardan en çok katkı alan takımlardan biri. Crawford da yalnızca 29 dakika oynamasına karşın 16 sayılık ciddi bir katkı sağlıyor. Bu açıdan Clippers-Crawford ikilisi düşünülebilirdi. Ancak New York'un 19 yıl sonra grubu lider bitirip Heat'in ardından Doğu'da ikinci sıraya yerleşmiş olması işin rengini değiştirdi. JR Smith 33.5 dakikada elde ettiği 18 sayı ve 5 ribaund rakamlarıyla boyalı alanda skor üretme konusunda sezon boyu sıkıntı çeken Knicks'in bu sıkıntıyı bertaraf etmesinde Carmelo Anthony ile birlikte başı çeken isim oldu. Kenardan geldiğine inan
makta hala güçlük çekiyorum. Üstelik bu işin adının konmasına yakın dönemde öne çıkıp Knicks tarihinde 20 sene sonra üst üste 3+ maç 30 sayının üzerinde skor üreten ilk oyuncu oluşunu da unutmamalı. Hakkıdır.


Yılın Çaylağı: Damien Lillard
İtirazı olan? İstatistiklerini de verelim; 19 sayı, 6 asist. Arada kırdığı 1-2 rekor da var. Sonuç olarak kimse onun çaylak olduğuna inanmıyor, yıllardır NBA'de oynayıp bir anda kaybolan bir oyun kurucunun şekil değiştirerek lige döndüğünü, ya da eski bir efsanenin ruhunun başka bir bedenle NBA'e döndüğünü düşünenler var.


En çok gelişme gösteren oyuncu (MIP) : Greivis Vasquez
Evet, Paul George'un gösterdiği gelişim de harika. Ancak Pacers adına sezonun büyük kısmının Danny Granger olmadan geçtiğini unutmamak gerek. Maç başına 29 dakika alan George, bu süreçte sürelerini 37 dakikaya çekti, maç başına ekstradan 5 şut daha kullanıp sayı ortalamasını 5 sayı arttırma imkanı buldu. Öte yandan geçtiğimiz sezon yalnızca 26 maçta ilk beş başlayan Vasquez, ortaya koyduğu 9 sayı 5 asist performansıyla Jarrett Jack'in gitmesinin çok da büyük problem olmayacağının sinyallerini vermiş, ilk beş çıkmayı hak edecek enerjiyi göstermişti. Hornets ona bu fırsatı verdi. Oynadığı 78 maçın tamamında ilk beş başlayan Vasquez, sahada geçen yıla oranla 9 dakika daha fazla kaldı, 5 şut daha fazla kullandı ve ortalamalarını 14 sayı 9 asiste yükseltti. Hornets bu yaz Eric Gordon'u göndermeyi göze alabilir, hatta bir çok oyuncusunu feda edebilir. Koruyacakları bir isim varsa o da Vasquez olur. Onun başarı hikayesi daha zorlu bir yoldan geçti, bu yüzden George'dan önde tutuyorum. Harden'a gelince... Onun gizli bir franchise oyuncusu olduğunu zaten biliyorduk, yazın Olimpiyat Oyunları'nda da bir kez daha görmüş olduk. Sadece bir fırsat bekliyordu, aldı ve gereğini yaptı.


Yılın savunmacısı (DPOY): Dwight Howard
12.4 ribaund, 2.45 blok. Hiç fena değil ha? Üstelik Lakers gibi bir takımdaki ilk sezonunda, yaşadığı sakatlıklara ve üzerindeki tüm baskıya, zaman zaman ortaya çıkan klasik spekülasyonlara rağmen... Howard belki de Lakers'ta ilk sezonunda gerçek performansını ortaya koyamadı, ancak istikrarsız geçen bir sezonda dahi ne kadar büyük bir savunmacı olduğunu gösterdi. Lakers takım olarak çok parlak bir savunma performansı ortaya koyamadı belki (D'Antoni klasiği...), ancak maç başına yedikleri 101 sayının yalnızca 44'ü boyalı alandan geldi. Bunu en çok ona borçlular.



PLAY-OFF EŞLEŞMELERİ


  • Miami Heat - Milwaukee Bucks (4-0)

Fazla söze gerek yok. Heat'in süpürmemesi sürpriz olur. Normal sezonda dahi ribaund almak dışında her şeyi bu kadar kusursuz uygulayan bir takımın Play-Off motivasyonuyla neler yapacağını büyük bir merak ve heyecanla bekliyorum. Bucks'ın zaten tur adına pek de bir umudu olmayacak. Birbirlerini pek yormadan yol alırlar.


  • New York Knicks - Boston Celtics (4-3)

Bakmayın 4-3 Knicks dediğime, tam tersi olsa şaşırmam. Bana sorarsanız Celtics, beklenenden daha fazla zorlayacak Knicks'i, bir ihtimal eleyecek belki. NBA'de takım olgusunu en iyi oturtan, dolayısıyla Play-Off'ta balansı bozmadan diri kalabilen takımların başında geliyor Celtics. Taraftar da takımla uyumlu bu konuda, özellikle iç sahada baskı kuruyorlar. Bence Knicks'in işi düşündüğümüz kadar kolay olmayacak. Muhteşem bir seri izleyeceğiz.


  • Indiana Pacers - Atlanta Hawks (4-1)

NBA'in en iri takımı. Tek eksik Danny Granger. Paul George onun yokluğunu kapatacak grafiği ortaya koyuyor. Boyalı alanda ve açık sahada açık ara Pacers üstün. Al Horford ve bu yaz serbest kalacak Josh Smith ekstra bir şeyler yaparsa Hawks 2'inci ya da (çok zor ama) bir ihtimal 3'üncü galibiyeti yoklayabilir. Bunun dışında Pacers'ın döve döve alacağını düşünüyorum.


  • Nets - Bulls (4-3)

Doğu'nun en keyifli eşleşmesi bence. Nets'te Lopez ve Evans dışında istikrarlı yıldız yok. Johnson kontratının çok altında oynuyor, Blatche Wizards'taki seviyenin üzerina çıkamadı, Deron Williams'ın ısrarla görmezden geldiği bir sakatlığı var ve sezonun ikinci yarısında bu sakatlığın verdiği ağrılarla oynadı. Buna rağmen bu sezon 160'tan fazla üçlük isabeti bularak daha önce Kerry Kittles'a ait olan Nets rekorunu kırdı. Lopez gerçek bir All-Star gibi oynuyor. Evans ise çok başka. Adamı sevin ya da sevmeyin, öyle ya da böyle adam kuralların dışına çıkmadan, çıksa bile çaktırmadan her maç double-double kovalıyor. Azıcık boş bıraksan 20+ ribaundu yapıştırıyor. Bulls'a gelinec... Bilinenin dışında Play-Off adına umut verici diyebileceğim tek şey Jimmy Butler'ın sürpriz çıkışı. Ayrıca bu sezon türlü türlü ayak oyunlarıyla yatış yapan Derrick Rose'dan da sürpriz bir dönüş ve efsane bir seri bekliyoruz artık. Bunun haricinde küçük bir farkla Nets diyeceğim.


  • Oklahoma City Thunder - Houston Rockets (4-0)

Thunder geçen sezon finalde kaybettiği şampiyonluğa bu sezon daha bir hırsla saldıracak. İlk turdan piyangoyu da vurdular. Bence ilk turda maç vermeden yenebilecekleri tek takım Rockets, bunun haricinde tüm takımlar deyim yerindeyse taş gibi. Rockets de iyi, ancak tecrübe sıkıntısı çekecekleri aşikar. Henüz bu sezon kurulmuş bir kadro, boyalı alandan sürekli skor üretebilecek bir uzun yok ve Harden dışında rüştünü ispat edebilmiş ikinci bir franchise oyuncusu yok. Harden bir mesaj verirse verir, onun dışında Thunder süpürür gibi.


  • San Antonio Spurs - Los Angeles Lakers (4-2)

Lakers, Mike D'Antoni'yle çalışmaya devam ettiği sürece şampiyonluk konusunda avcunu yalar. Bu kadar da net konuşuyorum. Ancak mental manada motivasyon temin edecek ekstra bir kaç durum var. Mesela Dr. Jerry Buss'ın vefatı ve Kobe Bryant'ın trajik sakatlığı... Bunun dışında Dwight Howard kontrat öncesi muhtemelen son serisini oynuyor olacak. Zırt pırt topun ağzına konan Pau Gasol giderayak formunun zirvesine çıktı. Steve Nash, Metta World Peace ve Antawn Jamison'un sakatlıkları Lakers adına can sıkıcı detaylar. Spurs'e gelince... Nereden baksan 30-40 maçtır ''Bitse de gitsek, Play-Off oynasak'' modundalar. Ginobili'nin sakatlığı dışında bir durum yok. Lakers'a 2 maçtan fazlasını vereceklerini zannetmiyorum.


  • Denver Nuggets - Golden State Warriors (4-2)

Süper eşleşme... Normal sezonda evinde oynadığı 41 maçın 38'ini kazanan Nuggets, toplam skorda lig lideri. Asistlerde Spurs'ün ardından ikinci sıradalar ve ribaund konusunda da ilk 3'teler. Kısacası NBA'in en iyi hücum takımından söz ediyoruz. Tek sıkıntı Gallinari'nin onları yalnız bırakacak olması. Onun dışında her şey kusursuz gibi. Warriors da büyük potansiyel, ancak tecrübe sıkıntısı yaşayacaklar. Bunun dışında Nuggets'in form olarak zirvede olması 2 galibiyetten fazlasını mucize sınıfına sokuyor.


  • L.A Clippers - Memphis Grizzlies (4-2)

Evinde son 15 maçtan 14 galibiyet çıkaran Grizzlies, tek yenilgiyi Clippers'a aldı. İlginç detay. Mike Conley bu ara muhteşem, ikamesi Jerryd Bayless de etkili oynuyor. Boyalı alan da sağlam. Grizzlies'ten yana fazla bir değişiklik yok. Seride farkı, Clippers'ın ortaya koyduğu gelişim oluşturacak. NBA'de kenardan en çok skor desteği alan takımlardan biri Clippers. CP3 ve boyalı alan ikilisi, kısaca Lob-City triosu harika durumda. Ayrıca bu sezon form durumlarıyla birlikte moral olarak da üst seviyedeler. Güzel seri olacak, Clippers'ın Memphis'te kazanarak 6 maçta işi bitireceğini düşünüyorum.


BU SEZONDAN AKILDA KALANLAR


Atlanta Hawks: Play-Off'a ilk turdan veda etmeleri çok olası görünüyor. Josh Smith'in bu yaz ayrılması kesin gibi. Bunun haricinde Kyle Korver, üst üste her maç üçlük isabeti bulma konusunda NBA rekoruna doğru gitmeye devam ediyor.

Akılda kalanlar


Boston Celtics: Play-Off'ta ikinci turu zorlayacaklar. Rajon Rondo'nun gidişi hücumda çok şeyi eksiltti, ancak Celtics ruhunu eskitemedi. Zaten bu ruh değil mi tüm aksiliklere rağmen treni raydan çıkarmayan? Jeff Green'in gösterdiği çıkış ümit verici, ayrıca arka alana yapılan Jason Terry ve Jordan Crawford eklemeleri tutmuş gibi görünüyor. ''Her şeye rağmen'' dedikleri bir sezon geçirdiler.

Akılda kalanlar



Charlotte Bobcats: 19 Nisan 2013 günü Charlotte Bobcats dediğimde aklıma ilk önce Draft Lotaryası, sonra Kemba Walker geliyor. Yıllık 12.400.000 USD kazanıp yokları oynayan Ben Gordon'un bütünüyle kaybolması dışında hiç bir esprisi yok şu takımın.

Akılda kalanlar



Chicago Bulls: Jimmy Butler işi harika oldu. Bir sezonda gerçek bir boğa olmayı başardı. Bence bu sezonun en büyük karı. En büyük zararı söylememe gerek var mı? Bu arada Thibs'le devam etme kararı aldılar, sözleşme yenilendi, güzel. Boozer ekstra oynuyor, Play-Off'ta takımına liderlik edecek. Ayrıca bu sezon adına Bulls'la ilgili en kritik detay ''Seri katili'' olmalarıydı. Heat'in 27, Nuggets'in 15 maçlık galibiyet serilerini bitiren takım oldu Bulls. Play-Off'taki renkleri ilk turdan belli olacak, Rose dönerse başka. Yok ilk turdan havlu atarlarsa bu sezon adına en çok akılda kalan şey bu seri bitiren kasaplıkları olacak. Özellikle Heat maçını ''Lebron'u döve döve'' almaları unutulacak gibi değildi.

Akılda kalanlar



Cleveland Cavaliers: Kyrie Irving. Kötü geçen sezonda tek kişilik şov yaptı resmen. Çok büyük olacak, çok. Varejao da sakatlanana kadar sezona imzasını atan isimlerden biriydi. Bu arada sezonun bittiği gecenin sabahında Byron Scott'u kovdular, şimdilerde gözleri Mike Brown'daymış. Hey gidi günler. Lebron'u geri getirme harekatı başlasın! Bu arada Lebron demişken, Cavs'le ilgili akılda kalan bir diğer detay Heat maçında taraftarlardan birinin üzerinde ''Lebron seni çok seviyoruz, 2014'te geri dön'' yazan bir tişörtle sahaya girip Lebron James'in yanına gitmesiydi.

Akılda kalanlar




Dallas Mavericks: Bir ara sakalları hiç kesmeyecekler sandım. Captain Dirk'ün 25.000 sayı, 9.000 ribaund rakamlarını aşarak tarihe geçmesi dışında avcunu yaladığı, kötü bir sezon. Karman çorman kadro zaten çok bir şey vaad etmiyordu.


Denver Nuggets: Batı'da final oynamalarını istiyorum, ancak Gallo'nun yokluğunda işler karışacak gibi. Herkesin ''Normal sezon takımı'' yakıştırması yaptığı Nuggets'in Play-Off performansı merak konusu. Bunun haricinde bu sezon elde ettikleri 15 maçlık galibiyet serisi de harikaydı. Corey Brewer, Ty Lawson, Javale McGee gibi isimlerden bu kadar sağlam bir takım çıkarmak, yaşlı Andre Miller'dan bu kadar genç, istikrarsız Gallinari'den bu kadar istikrarlı, sınırlı potansiyeli olan Faried'den bu kadar üst düzey bir performans almak ancak George Karl'a yakışırdı. Kesinlikle yılın koçu olmalı. Şu takımın oyuncularını ayrı ayrı NBA takımlarına dağıtsan her biri buradaki performansın yanından bile geçemeyebilir. Sonuç olarak Nuggets dendiğinde bu sezon adına aklıma gelen ilk şey ''Evinde kaybetmeyen takım'' ritüeli olacak. Bu satırların devamını yazmak da onların elinde.

Detroit Pistons: Monroe'un gelişimi kayda değer. Ayrıca Andre Drummond da yapabileceklerini gösterdi. Brandon Knight'ın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Dandik bir diğer sezon, sonunda da Lawrence Frank'i kovdular. Böyle geldi, böyle gider. Hiç umut yok. Ha, bir de Corey Maggette vardı, gören var mı?

Akılda kalanlar




Houston Rockets: Yepyeni bir takım, neredeyse tüm parçaları tap taze. Ancak ilk yıldan, Batı konferansı gibi bir cehennemde Play-Off yaptılar. Ömer'le başlayalım, hala büyük bir hücumcu değil ancak önemli bir boyalı alan oyuncusu, potansiyel bir ribaund kralı. Bu sezon iki kez bir maçta 22 ribaund alarak kendi rekorunu egale etti Ömer. Daha iyi olacak. Harden'a gelince; bir franchise oyuncusuydu, tek eksik olan bunu gösterebileceği bir yere gitmekti. Geldi ve başardı. Jeremy Lin için de iyi oynamak standart bir durum oldu, 2 yıl önceki halini düşününce rüyası devam ediyor diyebiliriz. İlk turda elenecekler, ancak bana sorarsanız bu sezonki misyonu dün gece itibarıyla tamamladılar zaten. Son olarak Parsons, Robinson ve Smith'e değinmeli. Önemli birer parça oldular, olmaya da devam edecekler.

Indiana Pacers: Hala NBA'in en iri takımı olarak biliniyorlar. Bu sezon toplam ribaund konusunda zirveye çıkarak bu durumun hakkını verdiler. Granger'ın yokluğu eksi, George'un gelişimi de artı olarak göze çarptı.

Golden State Warriors: Curry'nin istikrarlı bir sezon geçirmesi en büyük artıları oldu. Bir sezonda en çok üçlük isabeti rekorunu kırdı Curry, ve üçlük konusunda gerek total, gerek de yüzde olarak Ray Allen'ı solladı. Kariyerinde aksilikler olmadığı sürece NBA tarihinin en iyi üçlükçüsü olarak kariyerini bitirecek gibi görünüyor. Onun haricinde Thompson ve Barnes'ın ortaya koyduğu performans güzel. Ön alanda da David Lee'ye çok ayrı bir parantez açmak gerek. Beklentilerin altında kalan tek isim Carl Landry oldu. Bunun dışında Jarrett Jack'ten bile muazzam verim aldı Monty Williams, bu açıdan bakıldığında yılın koçu ödülüne güçlü bir aday olduğunu söylemek mümkün.

Akılda kalanlar







Los Angeles Clippers: Los Angeles'ın yeni kralı! 40 yıl sonra ilk kez Lakers'ı süpürüp grubu lider tamamladılar. Bu sezon boyalı alandan yaptıkları hava harekatları akılda kalan ve youtube'de izlenme rekoru kıran detaylar oldu. Blake'in ve DeAndre'nin yaptıklarını sadece bu sezon değil, hayatımız boyunca unutamayacağız. CP3 volume'ü bir kademe arttırdı, Crawford'un 6. adam ödülüne güçlü bir aday olduğunu, Odom, Barnes, Butler, Hollins gibi başka takımlarda çöpe gidecek adamların kenardan önemli katkı verdiğini unutmamalı. Bu sezona bir çok şeyle damga vurdular.

Akılda kalanlar



Los Angeles Lakers: Bu sezona damgasını vuran bir diğer Los Angeles takımı, ancak iyi değil, kötü detaylarla! 100 milyonluk kadroyu kurup Nash-Kobe-MWP-Gasol-Howard beşini Jamison, Blake, Clark gibi isimlerle desteklediklerinde bahis bürolarının Heat'le birlikte şampiyonluk için en düşük oranı verdikleri aday olmuşlardı. Şimdiki manzaraya bak, son güne kadar Play-Off'a katılma savaşı verdiler. Mike Brown'u göndermek doğru bir hamleydi belki, ancak onun koltuğuna Mike D'Antoni'yi koymak feci hata. Bedelini ödeyecekler. Howard'ın ilk etapta Kobe'yle girdiği polemikler, Play-Off'a odaklanan takımın idmanlar sonrası sahanın ortasında toplanıp ''1-2-3 Şampiyon'' diye bağırdıktan bir kaç gün sonrasında D'Antoni'nin ''Ne şampiyonluğu be!'' demesi, benim içten içe ''Ulan Zen Master felsefesinden ne günlere geldiler...'' diye iç çekişim... 35'ine gelmiş Kobe'nin insanüstü performansı, takımın bütünüyle sakatlık belasıyla boğuşması ve Kobe'nin fişini çeken tendon vakası... Trajik bir sezon oldu, bu yaz Howard'ı tutarlar gibi de, ötesini bilemiyorum. Kupchak çılgınca bir şeyler yapar mı dersiniz?

Akılda kalanlar



Memphis Grizzlies: Geçen sezonki istikrarı sürdürdüler. Rudy Gay'in kontrat yükünden kurtulmuş olmaları ve Mayo'yu göndermeleri çok da büyük problem olmadı. Meydanı boş bulan Conley güzel bir sezon geçirdi. Muhtemelen ilk turda Clippers'a yem olacaklar. Ötesi sürpriz olur, bence.

Akılda kalanlar





Miami Heat: Heat adına söylenecek çok şey var. Sezon başında yaptıkları hamleler onları harika bir takım yaptı, özellikle arka alanda... Lebron'un elde ettiği rakamlara ne demeli? Bazen bilgisayar oyununda gibi hissediyorum. Bosh'un 3 üçlük atıp kazandırdığı Spurs maçı unutulmazlar arasında yerini aldı. 27 maçlık seriyi söylememe gerek yok sanırım. Mükemmel takım nedir, nasıl olunur, merak eden varsa bu yılki Heat'i izlesin. 66 galibiyet, dile kolay. Bir de unutulmaz anlar var tabi:

Akılda kalanlar





Milwaukee Bucks: Ellis, Jennings ve Redick'i bir arada tutan takımın sürpriz çıkışı pivot Larry Sanders'dan geldi. Klasik olaran yeniden 8. sıradan Play-Off'a girdiler ve muhtemelen süpürülecekler. Ersan bu sezon 13 sayı ortalamasıyla NBA kariyerinin en yüksek rakamına ulaştı.

Akılda kalanlar



Minnesota Timberwolves: Play-Off bile yapamadılar belki, ancak şahsen izlemekten en çok keyif aldığım takımlardan biri Wolves. Bunda en büyük pay şüphesiz Rubio'da, muhteşem estetik oynuyor. Love sakatlanmasaydı belki de Houston'un yerinde onları izleyecektik bu sezon, şahsen inanırım. AK47 Jazz günlerini arattı belki, ancak Pekovic, Love'un yokluğunda harikaydı.

Akılda kalanlar



New Orleans Hornets: Vasquez tabii ki de. Anthony Davis'in de iyi bir başlangıç yaptığını unutmamalı. Bu yaz Eric Gordon'u göndereceğe benziyorlar. Sonrası?

New York Knicks: Melo'nun sayı krallığını söke söke alışı, JR Smith'in 6. adam ödüllük performansı, Jason Kidd'in 40 yaşına basmasına rağmen hala bir şeyler katabiliyor olması, Chris Copeland'ın beklentilerin üzerine çıkması, Kenyon Martin'in gençlik iksiri almış gibi sıçraması Knicks adına kritik detaylar. 19 yıl sonra grubu lider tamamlamaları da dikkate değer. Play-Off'lara Celtics'le iyi bir giriş yapacaklar. Amare Stuodemire'den verim alamamaları bu sezon adına en can sıkıcı detay.

Akılda kalanlar



OKC Thunder: Scott Brooks'un çıldırtan tercihleri aklıma gelen ilk şey. Hele ki bir Derek Fisher olayı var ki Allah sen büyüksün yarabbi! Bu sene geçen yıl kılpayı kaçırdıkları şampiyonluğu daha çok istiyorlar, ancak ben NBA finali görebileceklerini zannetmiyorum.


Orlando Magic: Bir kaç sezon önce zirveye oynayan bir takımın böylesine dibe vurmuş olması kötü belki, ancak fena sayılmayacak bir rebuilding'e girmiş olmaları da takdire şayan. Hidayet'in doping olayı bizler için akla gelen ilk şey, sanırım onu bir daha Magic formasıyla izleyemeyeceğiz. Tobias Harris'in umut veren performansı bu sezon adına en büyük artıları bence. Ayrıca Vucevic de ribaund krallığında ikinci sırayı aldı ve MIP adayları arasına adını yazdırdı. Bir de sakatlık geliyor aklıma Magic deyince, ne çektiniz be yavrum!

Philadelphia 76ers: Boyalı alana Kwame Brown ve Andrew Bynum'u koyan bir takıma müstahak şu durum. Coach Collins'i göndermenin hesaplarını yapıyorlar şu sıra. Göndersinler de zaten, izlemekten en az keyif aldığım takımlardan biriydi Sixers. Holiday ve Turner dışında pek tat verdiklerini söyleyemem. Bynum'a tek maç dahi oynatamadan 16 milyon ödediler ve bu yaz muhtemelen şutlayacaklar. Ne diyeyim, oh olsun.


Phoenix Suns: Bulundukları konumdan öteye gidebilecek bir potansiyelleri yoktu, ne söylenebilir ki? Dragic beklenenin çok üzerinde oynamasına rağmen beklentilerin çok altında kalan Beasley'in boşluğunu dolduramadı. Suns'ın keyif vermediği sezondan aklımda kalan en net manzara Dragic'in 5 metreden Steve Nash'in bacaklarının arasından bounce pasla asist yapması ve Nash'in asistten sonra molaya giderken Dragic'e dönüp ''Senin şerefini .......m ben'' der gibi bakmasıydı.

Akılda kalanlar



Portland Trail Blazers: Play-Off'a inanmamış bir takım. Sezonun son 12 maçını kaybettiler. Hickson'un çıkışı ve Lillard'ın çaylak ötesi performansı dışında benim için pek de bir şey çağrıştırmıyorlar. Mavericks'i iki kez son saniyede Aldridge'in şutlarıyla yenmeleri de kayda değerdi.

Akılda kalanlar



Sacramento Kings: Bütün bir sezonu ''Taşınıyor muyuz, kalıyor muyuz?'' kaygısıyla geçiren amaçsız bir takım. Fridette ve Evans'ın sürünmesi, Cousins'in bozuk psikolojisine rağmen ders niteliğindeki performansları... Bir de Isiaiah Thomas var, zaman zaman şaşırttı.

Akılda kalanlar





San Antonio Spurs: Favorim. Bende sezon boyunca ''Yahu bu normal sezona ne gerek var, direk Play-Off oynasak ya?'' izlenimi uyandırmış, kusursuz bir sistem... Arıza çıkaran tek parça Stephen Jackson'du, onu da nasıl oldu da bunca zaman takımda tutabildiler hala anlayabilmiş değilim. Bekledikleri gün geldi. Son olarak Duncan, hep oynasa, hiç bitirmese keşke. Hadi Kobe ateşli adam, kırık adam. Bu, tavrını da bozmuyor hiç, hala buz adam, ama hala 30-15'lik oynuyor. Doyulacak gibi değildi. 2012-13 sezonu dendiğinde aklıma bireysel olarak gelecek bir kaç adam var: Kobe, Lillard, Melo, Vasquez, Rubio, Lebron, Curry ve Duncan tabii...

Akılda kalanlar



Toronto Raptors: Biraz pahalı da olsa Raps'e çok ağır gelmeyecek bir takastı Rudy Gay. Onun gelişinden sonra DeRozan ile iyi bir ikili olup çıkış gösterdiler. Calderon'un takas sonrası ilk maçta Toronto'da gördüğü ilgi de akılda kalacak cinsten bir güzellikti. Bargnani'nin kendini unutturduğu bir sezonda Valanciunas'ın performansı teselli mahiyetindeydi. Bir de Terrence Ross var, sık sık TOP 10'da izledik malumunuz.

Akılda kalanlar



Utah Jazz: Play-Off kavgalarına saygım var ama hiç istemedim kalmalarını. 4-0'a bağlayıp gidiyorlar, hiç bir heyecanı yok. Jazz'le ilgili aklıma gelen ilk şey şu: takas döneminde Jefferson-Millsap ikilisini niye tuttunuz be kardeşim? İkisi de bu yaz serbest kalıyor, bedavadan gidecekler. Favors ve Enes varken neden, neden, neden? Enes'e gelince, bence Coach Corbin doğru şeyi yapıyor. İlk yılında neredeyse hiç süre almayan Enes, ikinci senesinde 15-20 dakika aralığında oynadı. Corbin, koçların genç oyunculara uyguladığı standart gelişim programını uyguluyorsa (ki yüksek ihtimal) Enes seneye minimum 25 dakika alacak demektir. Fantasy Game sevenler şimdiden alsın notunu, demedi demeyin.

Akılda kalanlar




Washington Wizards: John Wall'un dönüşünden öncesi ve sonrası diye ayırdığım takım. Wall'un dönüşünden sonra üst üste maç kazanıp havaya girdiler, o dönemde de ''Wall sezon boyunca oynasaydı Play-Off yapardık'' dediler, ilk etapta güldük geçtik. Sezonun ikinci yarısında ortaya koydukları performansla bize o kahkalaları yutturdular. Gelecek yılki Wizards'ı merak ediyorum açıkçası.

Akılda kalanlar




Almanak tadında bir şey için hala erken, ancak normal sezonun son maçından sonra dilime ilk gelenler bunlar.
Şimdi Play-Off zamanı!


13 Nisan 2013 Cumartesi

Kobe içini döktü




Kobe Bryant'la ilgili söylenebilecek çok şey var, twitter'dan mümkün mertebe çemkirmeye çalıştım, özellikle Mike D'Antoni'ye. Daha önce de belirttiğim gibi, kahve edebiyatını sevmem. Yani oturduğu yerden antrenör eleştiren adamlar bana hep komik ve saçma gelmiştir, ancak bu eleştirilerin olmadığı bir spor dünyasının pek de tat vermeyeceği aşikar. Burada takıldığım şey şu; birini eleştirmek için az biraz onun kadar olabilmiş olman gerek. Atıyorum, bir antrenör ya da oyuncu çıkıp başka bir antrenörü ya da oyuncuyu eleştirse tamam. Ancak (basın mensubu bile olsa) teknik manada işin içinde bulunmayan birinin antrenör eleştirmesi bana bir ucuyla da mantıksız geliyor bazen.

Ama bazı şeyler de atla deve değil, göz var, izan var!

Mike D'Antoni'ye nasıl uyuz olduğumu herkes bilir. Ben sokakta basketbol oynarken bile tamamıyla savunmaya odaklanan biri olduğum için, kafası sırf hücuma çalışan birini pek tutmuyorum haliyle. Yahu adamın biri Howard'ı, Jameer Nelson gibi uyuz bir oyun kurucuyla besleyip yanına da Hidayet'i kondurarak NBA finali oynadı. Bugünkü Lakers'ta ligin en iyi uzun ve kısa pasörü, en iyi savunmacılarından biri, en dominant pivotu ve en yürekli oyuncusu var; Batı'da sekizinci sıra için yırtınıyor adamlar. Şaka gibi.

Her neyse. Videoda Kobe Bryant'ın maç sonrası demeci var. Aşağıda da az önce facebook'tan paylaştığı iletiyi okuyabilirsiniz:

Şaka gibi! Bütün o idmanlar, emeklerim ve fedakarlıklarım daha önce milyonlarca kez attığım bir adımı atarken uçup gitti! Dayanılmaz bir hayal kırıklığı... Tepem atmış durumda. Neden oldu, neden benim başıma geldi ki bu! Anlayamıyorum. Şimdi bu halimden kurtulup geri dönmem ve 35'imde aynı oyuncu ya da daha iyisi olmam mı gerekiyor? Bunu nasıl başaracağıma dair hiç bir fikrim yok! Belki de sallanan sandalyede oturup bu güzel kariyeri anımsayarak iç geçiririm. Belki de benim hikayemin sonu budur. Belki de zamana yenik düşmüşümdür. Belki de değildir! 

Saat sabahın 3'ü, ayağım ölü bir et parçası gibi ağır, ağrı kesiciler yüzünden başım dönüyor ve uyanığım. Serzenişimi affedin ama sosyal medyanın amacı bu. İnsan bunun en kötüsü olduğunu bildiğinde bile içini döktüğünde rahatlıyor. Çünkü içini döktükten sonra gerçek bir perspektif ediniyorsun. Dünyada kopmuş bir aşil tendonundan çok daha beter şeyler olduğunu hatırlıyorsun. Kendin için üzülmeyi kes, içindeki ümit ışığına sarıl ve aynı inançla çalışmaya devam et, her zaman yaptığın gibi, aynı güçle, aynı inançla...

Bir gün, yeni bir kariyer yolculuğu başlayacak. Ancak o gün, bugün değil! ''Eğer bir gün beni bir ayıyla dövüşürken görürseniz ayı için dua edin.'', bu alıntıyı her zaman sevmişimdir. Bu 'Mamba felsefesi', asla vazgeçmeyiz, kaçmayız, saklanmayız... Sonuna kadar dayanır ve boyun eğdiririz.


Biliyorum uzun bir mesaj oldu, ancak dediğim gibi içimi döktüm işte. Şimdi gerçekten biraz uyuyabilir ve yarınki ameliyat için heyecan duyabilirim. Yeni bir mücadelenin ilk adımı...

Sanırım sezonun geri kalan kısmında Koç Vino olarak devam edeceğim. Takım arkadaşlarıma inancım tam. Başaracaklar. 
Dua ve destekleriniz için hepinize teşekkür ediyorum. Sevgiler.
Mamba kaçar.

9 Nisan 2013 Salı

Keyifli Röportajlar Serisi #2: Serhat Çetin





Bu blogu yaklaşık 5 yıldır yazıyorum. Zaman zaman tempomuz yükseliyor, zaman zaman düşüyor, ama öyle ya da böyle 5 yıldır 21numara var. Açıkça ifade edeyim, istatistikleri incelediğimde şunu görüyorum, yazdığım binlerce post arasında en çok okunanı açık ara Doğuş Balbay röportajı. Bu ilgiye kayıtsız kalamadım ve bu zincirin ikinci halkasını yapmaya karar verdim. Zincir diyorum evet, zira ikinciden ötede bunu bir röportajlar serisine çevirmek istiyorum; Keyifli Röportajlar Serisi'ne...

Benim röportaj anlayışım biraz farklı. Gündeme ve güne takılıp kalmayı pek sevmiyorum. Dünyanın en önemli maçı oynanıyor olsa bile bu gelip geçici, tükenmeye, tüketilmeye mahkum bir malzemeden öteye gitmiyor. Büyük gazetecilerin, büyük kimselerle yaptığı büyük röportajlara bakın, hey gidi günler deyip geçiyoruz. Ancak bizim Doğuş'la yaptığımız sohbette zaman ve gündem kısıtlaması yoktu. Daha çok biyografi tadındaydı. Zaten o yüzden aradan geçen yıllara rağmen hala çok tıklanıyor ve okunuyor.

Ancak bu röportaj anlayışında da şöyle bir sakınca var; herkesle yapılmaz, yapamazsın. Muhabbeti bol, keyifli bir adam olmalı. Adı üzerinde; Keyifli Röportajlar Serisi. Onlarca soru, uzunca bir süre, samimiyet, sabır... Bir çok şey gerekiyor. Açıkçası ben bu yolda seçtiğim isimlerden birinin ''Tamam yahu abartma sen de'' deyip masadan kalkmasına ne bozulurum, ne de tepki gösteririm. O derece yüksek tutuyorum çünkü çıtayı.

Bundandır ki Serhat'ı seçtim ikinci adres olarak. Her şeyden önce kariyerinin ilk aşamalarından beri ilgiyle izlediğim ve çok sevdiğim biri. Alpella'daki günleri, Caferağa'da tüm büyük takımları dize getirilişleri unutulacak gibi mi? Ha, bunun ötesinde Serhat Türk Basketbolunun yetiştirdiği 12 Dev Adam standardında bir oyuncu. Onu da geçtim, bu ''muhabbet adamı'' çizgisine çok yakın biri Serhat. İçi dışı bir, hem duyguları hem de mantığı güçlü, örnek bir sporcu. 

Sözü daha uzun tutmayayım, serinin ikinci röportajında tam 59 soruya cevap veren, benimle 76 dakika soluksuz muhabbet edip kayıt cihazının sınırlarını zorlayan Serhat Çetin huzurlarınızda:

Pekala başlıyoruz... Serhat Çetin kimdir? Seni hiç tanımayan birine kendinden bahsediyor olsaydın neler söylerdin?

23 Şubat 1986 doğumluyum. İstanbul'da doğdum, ancak Bolu'luyuz. Balık burcuyum. 9 yaşından beri basketbol oynuyorum. Şu anda da Beşiktaş Basketbol Takımının sporcusuyum. Aynı zamanda A Milli Takım oyuncusuyum. Spor dışında başka bir mesleği iyi bildiğimi iddia edemem, en iyi yaptığım şeyi ve sevdiğim şeyi yapıyorum. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde işletme öğrencisiyim. Aslında İşletme hikayesi çok garip. Ben matematiği çok seven biriyim. Asıl hedefim matematik mühendisliğiydi, alternatif olarak bilgisayar mühendisliği düşünüyordum. Bahçeşehir Koleji'ne geçtim, ingilizcem kötüydü. Şayet sayısal okursam dersler ingilizce olacaktı ve ortalamam düşecekti. Eşit ağırlık seçtik, bu defa mühendislik hayallerinden vazgeçmek durumunda kaldım.

YEŞİLYURT'TAN EFES'E

Bu hikaye nasıl başladı peki? Sporla tanışman nasıl oldu?

Ben çocukluğumdan beri fizik olarak yaşıtlarımdan ötede olduğum için... Daha atletik, hızlı koşan, boyu uzun bir çocuktum. Aslında ben de Doğuş gibi Futbol hastasıydım. 6 yaşındayken kendimden 4-5 yaş büyüklerle maçlara çıkardım. Bir de solak olduğum için başarılıydım.

Hala oynuyor musun?

Malesef. Malum basketbol, farklı kas grupları ve sakatlanma riski sebebiyle futbola pek yanaşamıyoruz. Karşıyaka'da oynadığım dönemde Levent Ağabey (Topsakal) tıpkı benim gibi futbolu çok severdi. Ancak oynayamadık malum sebeplerle.

Başlangıç da futbolla oldu. O dönemde Florya'da oturuyorduk. Galatasaray'da futbol oynamaya başladım. İlk etapta beni kaleci yaptılar ama istemedim. Aktif olmak, sahada olmak istedim. Biraz uğraştık ve kaleden kurtuldum. Derken birileri çıkıp senin boyun uzun gel basket oyna dedi. Benim kuzenim vardı Cenk Saraçoğlu, o dönemde Yeşilyurt'ta oynuyordu. Beni oraya götürdüler. İlk kez topla tanışmam da orada oldu. Dışarıda, asfalt sahada antrenman yapardık. Haftanın bir günü, pazar günleri salona geçerdik. Çok heyecan ve mutluluk verici bir şeydi. Derken Cenk ağabey Efes'e geçti. Küçük takımda oynamaya başladı. Sonrasında Menderes ağabey beni gördü, yaşımı sordu. ''Sen Efes'e gelmediğin her gün için Cenk ağabeyine bir tokat atacaksın'' demişti. Ben henüz 3 aylık basketbolcuyum, 9 yaşındayım, Yeşilyurt'ta oynuyorum ve düşün Efes Pilsen gümbür gümbür beni istiyor. İnanılmaz ürktüm, korktum, çekindim. Hiç bir şey bilmiyorum diye düşünüyorum, beni orada yerler, yapamam edemem diye düşünüyorum. Doğan Korkmaz vardı, şimdi yıldız milli bayan takımın antrenörü. Ben o zaman 9 yaşındayım, o da 18 yaşında. Bana basketbolu nasıl sevdirdiğini anlatamam. Annemi arardı mesela, ''Abla Serhat'ı getir.'' Okula götürürdü beni, ışıklar kapalıyken antrenman yaptırırdı. Çift topla hareketler, fundamentalimi geliştirmeye yönelik çalışmalar...



İki kişinin radarına birden takıldığına göre hakikaten sağlam ışık vardı sende o zaman?

Menderes ağabeyinki biraz daha fiziğimle ilgiliydi. Muhtemelen maksimum seviyeye yakındık ki böyle oldu. Futbol ve bisiklet en büyük uğraşımdı ama şunu atlamayalım; ben 5 yaşında ritmik cimnastikle başladım aslında spora. 6 yaşında da karateyle uğraştığım bir dönem oldu.

Bu durumda bir aile desteğinden söz edebiliriz? Zira bazen bazı ailelerde bu tip problemler oluyor, çocuklarının spora yönelmesine karşı çıkan aileler oluyor. Sen bu yaşta sporla bu kadar iç içe girebildiğine göre ailen spor konusunda destekliyordu seni? Bir çoğumuzun gizli gizli antrenmana gitme hikayeleri falan var mesela?

(Gülüyor) Benim de var aslında öyle hikayelerim. Aile de maddi imkanları doğrultusunda yönlendiriyor ya da yönlendiremiyor, herkesin imkanı ya da bu konuda bilinci olmuyor tabi. Ama tabi ritmik cimnastik gibi şeyler vücut koordinasyonunu sağlayabilmek açısından önemli şeyler. Sonrası anlattığım gibi işte, Efes'e geçtik. Hiç unutmuyorum, ilk antrenman saat 2'deydi. Beni götüremediler antrenmana. Hüngür hüngür ağlıyorum. Hayatta gitmem, Yeşilyurt'u ve Doğan ağabeyi bırakmam. Neyse saat 2.30 gibi biz mertere gidebildik.

Yahu peki kimse demiyor muydu sana Efes basketbolun lokomotifidir, git et kaçırma bu fırsatı diye?

Tabii, demez olur mu? Ama burada da basketbolu bana sevdiren bir adam var. Bir de korkuyorum diyorum ya abi, Efes Pilsen isminden korkuyorum. Beni orada yerler diye düşünüyorum. Kendimi bir hiç gibi görmüşüm. Neyse gittik, bizim yaş grubunda da öyle çok bir şey yokmuş aslında. Aynı şeyler, aynı idmanlar... Yeşilyurt'ta Doğan ağabeyle bire bir aldığım eğitim oradaki standarttan çok daha ötede, itinalı bir çalışmaydı. Her neyse, ilk idmanda gördüm aslında çok da bir fark olmadığını. Yavaş yavaş ısındık.


O gruptan o takımlardan bugün tanıdığımız birileri var mı?

Yeşilyurt'ta Barış Ermiş'le beraberdik. Ben gittiğimde minik takımdaydım. Daha üst yaş grubunda Ender Arslan vardı ve Cenk ağabeyim vardı. Bir sonraki yıl Cenk geldi (Akyol). Ceyhun Altay vardı hatırladığım. Rahim Rızvanoğlu geldi bir dönem.. Hatırlayabildiklerim bunlar..

İlkler özeldir. İlk sayılar, ilk turnuva, ilk maçlar.. Unutamadığın bir ilk var mı?

Minik takımda Işık Lisesi'nde oynadığımız minikler şenliği vardı. 8'er dakikadan 4 periyot oynuyorduk. O dönemde basketbol 20'şerden iki periyot olarak oynanıyordu. O ilk heyecanı unutmam. Hava atışından sonra bizim takımdan bir çocuk bizim potaya basket atıp sevine sevine dönmüştü. 18 yıl olmuş. Dile kolay.

KUPANIN HİKAYESİ

Bunun haricinde unutamam dediğin anlar var mı? Basketbolun içinde ya da dışında?

En yakın dönemde unutamam dediğim geçen sezon var tabi. İnanılmaz bir hikaye, özellikle benim açımdan. Sezon başı ayrılma durumum vardı, bir şekilde kontrattan çıkmayıp kaldım. Derken Semih geldi, Deron Williams geldi. Hazırlık döneminde Deron bir, ben iki çıkıyordum. Daha ilk maçlarda sakatlandım. Can Akın bir, Deron iki oynamaya başlayınca sistem değişti, takım oturdu. Deron iki numarada daha etkili oluyordu. Bazı şeyler süreci yönlendirebiliyor. Benim oradaki sakatlığım takım için hayırlı oldu. Deron 2 numarada daha etkili olduğunu gördük. Sonrasında ben kadroya girmekte zorluk çektim. O dönemde ayrılma düşüncesi gündeme geldi. Biraz mutsuzdum. Oynamak istiyordum. Bunları düşünürken bir anda lokavt bitti. Ben tam bir kaç takımla dirsek temasına geçmişken D-Will gitti. Sonrasında Gürcistan'a gittik. Ben daha ilk maçtan 40 dakika oynadım. 17-18 sayı gibi bir şey attım. Zor bir süreçti. Deron gitti, Semih gitti, Kemp sakattı. Hawkins'le ben 40 dakika sahada kalmaya başladık. O dönem bir dönüm noktası oldu. Derken Arroyo geldi. Onu da iki numarada denedik, benim süreler yine azaldı. Derken Can'ın çapraz bağları koptu. Türkiye Kupası başladı. Galatasaray maçını uzatmaya götüren üçlüğüm, uzatmalarda attığım iki üçlük, finale yükselişimiz, finalde maçın en değerli oyuncusu olmam... Can'ın sakatlığı da Arroyo'nun 1 numarada etkili olduğunu gösterdi. Muhteşem bir hikayeydi ya. Kupada finale yürüdükçe ''Ya acaba alır mıyız? Alsak süper olur'' gibi düşünceler baş göstermeye başladıı. Sonra kupayı aldık bu defa ''Tamam ya sezon bitti misyonu tamamladık'' gibi bir düşünce çıkageldi. Tarihe geçmiştik çünkü. Derken Eurochallenge'ta final-four'a kaldık. O zaman da aynı şekilde ''Ya alır mıyız? Alırsak tarih olur'' diye düşünmeye başladık. Sonra o kupayı da aldık. Her kupada acaba derken üst üste kupalar geldi. Eurochallenge'tan sonra hepten coştuk. 1 haftadan kısa bir süre sonra Fenerbahçe Ülker serisi başladı zaten . O tarz bir kupayı aldıktan sonra çok zordu o seriye motive olmak. 



Ben de onu soracaktım. Yani üst üste başarılardan sonra motive olmak zor böyle zorlu bir sürece. Anladığım kadarıyla hedefleyip rotadan giden bir takımdan ziyade adım adım giden, maç maç düşünen bir ekiptiniz? Türkiye Kupası, kolay değil. Eurochallenge kolay değil. E play-off'a gel, ilk turda Fenerbahçe Ülker, yarı finalde Galatasaray MP, finalde Anadolu Efes... Yahu hepsi final gibi seri, nasıl motive olabildiniz?

Geçen seneki takım sona kadar gitme hedefi koyuyordu ancak genelde maç maç düşünen bir takımdı. Mesela Türkiye kupası ilk maçına çıktık; Aliağa maçı. Bu maçı kazanalım mantığı vardı. Peşine Galatasaray, bu maçı kazanalım! Bir de o takım her ne olursa olsun çok kenetlenmiş bir takımdı. 3 periyot boyunca felaket oynasak bile son periyot bambaşka oluyorduk. Savunmamız artıyordu, paslaşmamız artıyordu, inanılmaz oynuyorduk. Ha, Eurochallenge'ta kalitemizi zaten biliyorduk, ya da Türkiye Kupası'nda... Ama zor, hiç biri kolay değil. Buradaki motivasyonda en büyük etken Ergin ağabeydi. Karakteri gereği her zaman iddialı biri, hep kararlıdır. Sizi ne yapar eder o hedeflere kilitler. E şansımız da yaver gitti. Lokavttan sonra Arroyo'yla Bonsu'nun boşta olması büyük şanstı. 

D-WILL'LEIVERSON'LA OYNAMAK...

Çok klasik bir soru belki ancak ben farklı bir şekilde soracağım. Oyunculara soruyorlar, mesela ''Deron Williams'la oynamak nasıl bir duygu?'' diye. Oyuncu da ''Harika bir duygu'' diyor, bitiyor. Okuyucunun merak ettiği bu değil. Bana farklı, ince detay niteliğinde ne söyleyebilirsin mesela Deron'la ya da Arroyo'yla, Hawkins'le, hatta Iverson'la ilgili?

Hepsi farklı farklı adamlar. Misal, Deron-AI ikilisinden gidersek... Bir kere ikisinin buraya geliş amaçları çok farklı. Deron lokavt zamanı kendini hazır tutmak, maç eksiği problemini engellemek için gelmiş, belli hedefleri olan bir adam. Tamamıyle profesyonel biri. Kaybetmeye tahammülü yok adamın. Antrenmanda bile! İnanılmaz bir winner... Savunmayı da hücumu da müthiş bir hırsla oynuyor. Ben çok nadiren görmüşümdür antrenmanda takım arkadaşını idman yapmıyor diye fırçalayan birini. Deron böyleydi. Antrenman yapmayana kızabilecek biriydi. Takımı aşağıya çekene tahammmülü yoktu. Bazen düşünürsün, neticede antrenmandır dersin, bazen bir kaytarma olur, ne bileyim bir screenden yavaş çıkarsın, öyle maç gibi hırs yapmazsın ya hani bazen... Benim gördüğüm Deron'da o screen'den çıkış hep hızlı... Topu hep paylaşıyor, devamlı sert, hep hızlı... İnsanlık olarak da çok etkileyici bir karakterdi. Sponsoruyla konuşur, farklı farklı numaralarda bir sürü ayakkabı getirtirdi. Soyunma odasında numaraya göre dağıtırdı. Iverson'da bunları yaşamadık mesela. 


Aslına bakarsan insanların merak ettiği bu. Sahadaki Williams'ı ya da sahadaki Iverson'u herkes az çok biliyor, izliyor. İnsanlar daha çok onların dışarıdaki hayatını ve hallerini merak ediyor. Ne yer, ne içer, spesifik özellikleri, takıntıları gibi şeyleri merak ediyor.

Deron'da şey var mesela; ''İstanbul'a geldim, İstanbul'u öğrenmem lazım!'' mantığı... ''Türkiye'yi tanımam lazım.'' Her türlü fırsatı gezerek değerlendirmeyi seven biri. Iverson daha farklı. Onun geliş amacı D-Will gibi net bir amaç değildi. Basketbolu bıraktıktan sonra yeniden döndü ve öyle geldi Türkiye'ye. Zaten çok iyi oynayamadı. Fizik olarak hazır değildi pek. Bir Efes maçını çok iyi oynadı. Sonra sakatlandı zaten ve ülkesine döndü. Deron'un ondan farklı olarak daha mütevazi bir yapısı vardı. Herkesle kaynaşabilen sıcak biriydi. Iverson biraz daha uzak dururdu ona nazaran.

Kibirli gibi mi biraz?

Ya kibirli değil de, değişik işte. Zaten o gelirken kendi ekibiyle geldi. Güvenliği, güvenlik şefi, kameramanı, arkadaşları.. O ekibin dışına pek çıkmazdı. Duyduğum kadarıyla da pek gezip tozmamış. Devamlı gittiği bir restoran varmış mesela. Deron öyle değildi, oraya da gideyim, buraya da gideyim... Bir de şöyle bir şey var; mesela biz millet olarak biraz çekingenizdir bazı konularda. Çevremizdekileri kırmaktan korktuğumuz için bazı şeyleri söyleyemeyiz. Takım arkadaşımıza ''İdman yap, biraz daha sıkı tut, hadi be oğlum'' diyemeyiz, çekiniriz kırılırlar diye. Deron'da asla böyle bir şey yok. Teklediğin yerde direk söylüyor, ''İdman yapmıyorsun, takımı aşağıya çekiyorsun!'' der, uyarır mutlaka. Herkes söylemez mesela bunu.

Deron'da bunu söyleyebilecek bir ağırlık var. Herkes söylemez, bir de herkes söyleyemez durumu var.

Elbette, vardı onda bu ağırlık. Unutmuyorum mesela lokavt devam ederken Deron'un Amerika'da önemli toplantıları oluyordu. Almanya'da bir maçımız vardı, tam hatırlayamadım şimdi. Deron Amerika'ya gitti. İki gün orada kalıp toplantılara katıldı. Maç günü Almanya'ya geldi, maçta oynadı ve çok iyi oynadı hatta. Tüm egolarından sıyrılmış, çok özel bir karakterdi.

Pekala... Basketbol diye bir şey olmasaydı, şu an nerede ne yapıyor olurdun sence?

Sportif eğilim ve fizik Allah vergisi bir şey, spor için elverişli bir fiziğim oldu hep. Bu yüzden basketbol oynuyor olmasaydım yine başka bir sporla içli dışlı olurdum. Yüzme hariç! Vücut yapım gereği su üzerinde durmakta güçlük çekiyorum. Yüzmeyle bir problemim yok ama antrenörlerin söylediğine göre ağırlık merkezimdeki farklılık sebebiyle baya baya batma problemi çekiyorum suda. Ama diğer tarafta mesela hayatımda iki kez tenis oynadım, ilk kez korta çıktığımda bile gayet iyiydim. Muhtemelen sporla uğraşıyor olurdum yine.



Evet bu serinin ilk röportajında Doğuş da aynı şeyi söylemişti. Şöyle sorayım o zaman, spor diye bir şey olmasaydı ne yapıyor olurdun sence?

İlk başta da bahsettiğim gibi bilgisayar mühendisi olurdum. Okulda da başarılıydım çünkü. Yeşilköy Anadolu'da okudum. Üniversite'ye hazırlanırken bir ara Uluslararası Ticaret istedim, o da yalnızca Boğaziçi'nde ve Yeditepe'de vardı. Yeditepe özel, biliyorsunuz. Ben özel üniversite istemedim pek. Çünkü dediğim gibi başarılıydım ve çalışkandım. Aileme yük olmak istemiyordum, başarabilirdim. Basketbol oynamama rağmen vakit ayırsam da ayıramasam da kamplarda falan o testler, kitaplar hep yanımda olurdu. Zor bir şey aslında, herkes play station oynarken test çözmek sıkıcı. Ama ne pahasına olursa olsun çalışırdım, basketbola rağmen bu böyleydi. Boğaziçi olmadı ama Yıldız Teknik kazandım.

HOBİLER, FOBİLER, TAKINTILAR...

Pekala. Hobilerin neler?
Puzzle yapmayı seviyorum. Son dönemde biraz zorlanıyorum gerçi, parçalar arttıkça yerde yapmak gerekiyor. Yoğun antrenman ve maç temposunda bir de ona eğilmek istemiyor insan. Ama puzzle'a bayılıyorum. PlayStation'u yakın zamana dek çok sık oynuyordum. Genelde PES oynuyoruz. Hele Fener'deyken Oğuz, ben, Ömer (Aşık) inanılmaz sarmıştık. Guitar Hero'ya da bayılıyorum, bateri çalıyorum orada. Son dönemde iPad'den, iPhone'dan kurcalıyorum bir şeyler.
Clash of Clans oynuyor musun mesela?
Yok ben değil ama bütün takım çılgınlar gibi oynuyor. Barış, Can, Cevher, Kartal, Mehmet Ali ve Ricky Minard çıldırmış durumdalar. Neredeyse su molasında bile oynayacaklar, o derece. Ben candy crush'a sardım daha çok.

Serhat bir soru var. Aslında bunu hiç sormamam gerekiyor alacağım cevabı biliyorum ama yine de sorayım. Benzetildiğin biri var mı? Ashley Cole?

Evet Ashley Cole var. Bir de Selçuk İnan'a benzetiyorlar. Özellikle Selçuğun Trabzonspor'daki hali, benim de saçlarımın hafif uzun kıvırcık olduğu dönem var. O halimle daha çok benziyorum. Üniversite milli takımıyla Üniversite Oyunları için Tayland'a gitmiştik. Oradaki insanlar da çok futbolcu veya basketbolcu görmedikleri için görünce çok heyecanlanıyorlar. Orada farklı farklı bir çok mekanda bir çok insan beni yolda Ashley Cole diye durdurdu. Üstelik Cole ile aramızda da o kadar boy farkı var. Buna rağmen yani... Bir de yaz olduğu için yandık biraz daha esmerleştik falan... Baya baya Ashley Cole zannediyordu Tayland'lılar.

Peki bozuntuya vermeyip devam ettiğin oldu mu? Ben mesela Tayland'a tatile gittiğimde üzerimde devamlı NBA formaları ve kafamda kovboy şapkasıyla dolaştığım için beni Amerika'lı zannediyorlardı, bir süre sonra ses etmemeye başlamıştım. Sende de oluyor mu böyle şeyler?

Yok ben pek yapmıyorum ya. Benim benimsediğim ve bu yaz milli takımda Tanjevic'le geliştirdiğim bir ilkem var. Öyle ya da böyle, az ya da çok, tanınan insanlarız. Toplumun benimsediği, onlara örnek teşkil etmesi gereken insanlarız. Bir maçtan sonra yenilsek de, fark da yesek, yurtdışındaysanız oraya gelen gurbetçiler olsun, ya da sizi seven herhangi bir kimse olsun onlara gülümsemek, isteklerini geri çevirmemek gerek. Fotoğrafsa fotoğraf, imzaysa imza... Moralimiz ne kadar bozuk da olsa onlara gülümsemek zorundayız. Ben böyle düşünüyorum. Geçen yaz Almanya'daki turnuvada mesela, iki maçta da fark yedik. Yüzlerimiz asıktı, maç çıkışı insanlara üzgün olduğumuzu belirtip pas geçtik. Akşamki toplantıda Tanjevic bize ne kadar fark yerseniz yiyin, insanları kırmayın ve geri çevirmeyin diye bir konuşma yapmıştı. Ben çok etkilendim bundan. O günden beri daha dikkat etmeye çalışıyorum. 

Gurbetçiler falan ayrı tabi de, ben böyle Tayland vesair yerler için soruyorum, takım olarak gülünç anlarınız olmuyor mu hiç?

Olmaz olur mu? Bize en çok gelen soru ''Basketbolcu musunuz?'' sorusu. Ben öyle çok uzun biri değilim ama yani basketbolcu olduğumu belli edecek kadar varım, 1.98'im. Takımla beraber asansöre falan biniyoruz, hadi beni geçtim; Gasper oluyor yanımda, Cemal oluyor. İnsanlar bu adamlara bakıp ''Basketbolcu musunuz?'' diye sorunca garip oluyor haliyle. ''Yok, biz su topu oynuyoruz'' dediğimiz oluyor bazen. Ya da bazen üzerimizde milli takım formasıyla geziyoruz, göğsümüzde ve sırtımızda kocaman Türkiye yazıyor. Gelip ''Hangi ülke?'' diye soranlar oluyor. Bunlar bu açıdan tahrik edici şeyler oluyor ama ben kendimi tutmaya gayret ediyorum.

Fobilerini sormayı unuttum, var mı? Mesela Doğuş hayvanlarla aram iyi değil demiş

(Gülüşmeler...) Yükseklik korkum var abi. Yüksek bir yerdeysem mutlaka önümde bir koruma, balkon vesaire tutunacak bir yer olmalı. Onlar olmadan pek yanaşamam kıyılara. Hayvanlar konusunda da fobi değil de mesela kedi sevmem. Çok ilginç bir hayvan ya, çağırırsın gelmez, sevdirmek istemediğinde sevdirmez.

Ben bu konuda takıntılıyım abi. Kediler beni deli ediyor. Yahu ben seni besliyorum, büyütüyorum, gözümden sakınıyorum. Sen bir sokak kedisi de olabilirdin ben almış seni evime koymuşum, havan kime?

(Gülüşmeler...) Aynen ya. Sevmeye kalkıyorsun tırmık atıyor falan... O yüzden pek hoşlanmıyorum kedilerden. Ama genel olarak hayvanları severim.



Ne tür müzik seviyorsun?

İnanır mısın, her tür! Moduma göre değişiyor. Duygusal açıdan dengesiz biriyim. Ruhsal durumum çabuk değişiyor. Bu yüzden hemen hemen her tür müziği dinliyorum. Mesela abes bir örnek olacak belki ama Orhan Gencebay dinlediğim de oluyor, metal müzik dinlediğim de oluyor, Türk Sanat Müziği dinlediğim de oluyor.

Unutamam dediğin bir film veya sahne var mı? Mesela bende Cinderella Man'in yeri çok ayrıdır.

Film deyince aklımda direk 'Babam ve oğlum' geliyor. Duygusal bir adamımdır ve aile konusunda çok hassasımdır. Bir filmde aile teması işleniyorsa çok etkiler beni. Babam ve oğlum bu açıdan çok çarpıcıydı.
Beğendiğin Hollywood ve Yeşilçam yıldızları?
Serhat: kesinlikle favorim Morgan Freeman. Denzel Washington'u da çok severim. Onun dışında Sandra Bullock ve Natalie Portman'ı beğenirim. Yesilçamda ise Şener Şen favori isimlerimdendir. Eski komedi filmleri bir yana, onları da severim fakat son yıllardaki filmleriyle gönlümde taht kurmuş bir isim Şener ağabey... Yabancı filmlerden de bilindik oyuncuların oynadığı Türk filmleri daha çok hoşuma gider. Ama her türlü filmi sonuna kadar izlerim, yarıda birakma huyum yoktur. Çok fazla aktör ismi bilmem. Malesef filmler bittiğinde kim oynamış, yönetmeni kim kısımlarına pek bakmıyorum. Benim için filmin kendisi önemli.
  
Sporcu ya da değil, model aldığın, onun gibi olmak isterim dediğin biri var mı?

Şu an yok. Ama önceki dönemlerde oldu tabi. Mesela benim 15 numara giymemin sebebi Ufuk Sarıca'dır. Kariyerimin ilk aşamalarında idolüm o oldu. Daha sonraki dönemde Ömer abi (Onan)... Özellikle savunmasını ve hızını örnek almışımdır. Ancak dediğim gibi ben kendime güvenen biriyim. Bu tip oyunculara karşı oynarken kendimi motive edişim biraz tuhaftı ama işe yarıyordu. Maçtan önce düşünürdüm mesela, evet İbrahim abi (Kutluay) çok iyi şutör, çok iyi skorer. Ama ben de iyiyim. Ömer abi çok iyi savunmacı, ama ben de inatçıyım, ben de yapabilirim. Böyle motive ederdim kendimi. 

Alpella'yla Fenerbahçe'yi Caferağa'da yendiğiniz maç unutulacak gibi değil

Kesinlikle. Ömer abiyi blokladığım bir pozisyon vardı mesela o maçta. Orta sahadan koşup yapmıştım. Benim için kritik detaylardı bunlar. İlk etapta bu isimler benim için çok ön plandaydı ancak kariyerimin ilerleyen aşamalarında benim için artık Serhat Çetin var diye düşünmeye başladım. Kendi gelişimime odaklandım.

'HAWKINS İÇİN ÇOK ÜZGÜNÜM'

O takım çok başkaydı değil mi? Bir çok takımı yerinde izledik, her takımın kendince güzel bir karakteri var, ama o takım bir başkaydı bence.

Bir takımda herkes kendini düşünüyorsa o takımla bir yere varmanız çok zordur. Ama tam aksine ''Evet ben boşum ama köşede daha boş biri var'' diye düşünüp o pası yapabiliyorsanız başarı çok uzakta sayılmaz. Alpella'da bu saygı vardı. Savunmada iyiydik. Takımlarda lider olur bir de, ya da lidere yakın birileri. Ben 5 hafta sonunda Alpella'ya gelmiştim. O takımdaki arkadaşlar biliyordu mesela benim daha çok süre alacağımı, yaş olarak da bir kaç adım öndeydim. Ömer'le aynı yaştayız, ikimiz çok önemli birer parçasıydık o takımın. Arkamda Ogün vardı, Ogün Sevinç. Mesela Ogün bilirdi benim ilk beş çıkacağımı, sürelerin nasıl dağılacağını... Bu bilinçle oynardı, birbirimize karşı güvenimiz vardı ve kimin hangi rolü ne kadar ağırlıkla üstleneceği netti. Buna göre mental olarak rahattık, herkes üzerine düşeni yapıyordu. Mesela geçen sezon Mehmet Yağmur'un gösterdiği çıkışın sebebi de bu. Kısıtlı süreler almasına rağmen bu süreleri doldurmasında tetikleyici etken bu. Onun önünde Carlos Arroyo vardı. Bir şekilde bu adam çıkıp 35 dakika oynayacak. Bende de mesela Deron varken, Hawkins varken... Biliyorsun, bu adamlar çıkacak oynayacak, sen yedeksin.  Bunu bilip kabullenebilmek ve ona göre performansı şekillendirebilmek çok önemli. Oyuncuların aynı ya da yakın seviyede olduğu bir durum söz konusuysa, bu durumda antrenöre çok iş düşüyor. O rekabet ortamını oluşturup oyuncudan verim almayı bilmeli. Oyuncuyu küstürmemek gerek.

Birlikte oynadığın ve hala görüştüğün yabancı oyuncular var mı?

Var. Carlos'la görüşüyoruz. David Hawkins'le arada bir paslaşıyoruz.

Yeri gelmişken... David Hawkins'le ilgili ne düşünüyorsun?

Çok üzüldüm. Karakterini biliyorum. Allah inancının ne kadar kuvvetli olduğunu biliyorum. Her maçtan önce annesini arayıp o maç için dua etmesini söyleyen bir adam bu. Şaşırdım ve üzüldüm. Hiç aklıma gelmezdi böyle olacağı. Ancak ortada üzücü bir gerçek var, iki numune de pozitif çıktı.

Olaydan sonra konuştunuz mu hiç?

Olay olduktan sonra bir süre bekledim ben. Bunu ona da söyledim. O sıra ona mesaj atmak ya da aramak istemedim. Eminim herkes arıyordur seni, yormak istemedim dedim. Geçmiş olsun dileklerimi ilettim, fazla da kurcalamadım daha fazla üzülmesin diye. Çok üzgün o da. İlk söylediği şey ''Crazy situation'' oldu. Sonra konuyu değiştirdim daha fazla üzmemek adına, ailesini falan sordum. 1 yıl sonra onu bu halde görmek çok üzücü. Türkiye'de kariyerinin zirvesine çıktı. O Milano'dayken ona karşı oynadım ben ve onu şut sokamaz diye savunmada riske ettiğimi dahi hatırlıyorum. Türkiye'ye geldikten bambaşka biri olmuştu, dengesiz şutları bile atıyordu ancak ben bunun kullanılan bir maddeyle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu tamamen ona duyulan güvenle alakalı. Beşiktaş'a gelir gelmez kaptan oldu, lokavtın bitmesinden ve Deron'un gitmesinden sonra da direk takımın lideri oldu zaten. Bu yıl Galatasaray'da daha da iyi oynuyordu. Çok kötü oldu bu, çok üzüldük hepimiz.

Takıntılar var mı?

Takıntım yok ama titiz biriyim. Mükemmeliyetçi bir yapım var. Bir çok insan bundan rahatsızdır ama ben memnunum. Her şey tam olsun istiyorum. Basketbolda da mesela ben çok iyi oynasam bile takımdan biri kötüyse onu kafaya takıyorum, o da iyi oynasın her şey çok iyi olsun istiyorum.

Peki bu yapın sebebiyle kariyerinin sonraki aşamalarında antrenörlük düşünmüyor musun?

Sabırlı biriyimdir aslında, ancak bazen kendimi tutamıyorum. Oyuncularla iletişim kurmakta zorluk çekecek olursam kendimi tutamayıp hatalar yaparım diye düşünüyordum. O yüzden antrenörlük düşünmemiştim ancak olgunlaştıkça kafama yatmaya başladı. Bunu ileriki aşamada göreceğiz biraz da, aklımın bir köşesinde var.



En büyük hayalin ne?

Biliyorsun, geçen yaz evlendim. Tek hayalim aileme ve ileride doğacak çocuklarıma güzel bir hayat yaşatmak. Spesifik bir şey yok, günü ve anı yaşayıp tadını çıkarmaya çalışıyorum. Kazandığım parayı da iyi değerlendirip yatırım yapmak ve hayatımın sonraki aşamaları için kendime ve aileme konforlu bir hayat sunmak istiyorum.

Yaptığın en büyük çılgınlık ne? Şimdi olsa yapamam, nasıl yapmışım dediğin bir şey var mı?

Yok. Çılgınlık demeyeyim ama Beşiktaş Murat Didin geldiğinde, aynı şekilde Galatasaray Murat Özyer geldiğinde hatrı sayılır rakamlar ödeyerek beni almak istedi. Bense daha düşük ücrete Karşıyaka'yla anlaştım. Oynamak, daha büyük süreler almak istedim. Doğru da bir karar verdiğimi düşünüyorum. Oynamak benim için her zaman önde geldi. Mesela pek kimse bilmez, Fenerbahçe'ye gelişimdeki en büyük etken Aydın Örs'tür benim. Orada da süre endişem vardı ancak Aydın abinin bana söylediği bir şey vardı; ''Ben senin süre problemi yaşayacağını düşünmüyorum ama madem böyle korkuların var, bizde Alpella diye bir şans var. Baktın olmuyor, ben seni Alpella'ya gönderirim seni'' dedi. Bunun sözünü alınca imzaladım Fenerbahçe'yle.

Alpella'ya pilot takım vurgusu yapılıyordu ama bence pek pilot takım değildi o ya. Sadece iki yabancısı vardı, Curtis Withers ve Marshall Strickland. Buna rağmen harika bir takım olmuştu.

Evet içeride tüm büyük takımları yenmiştik o sezon. 

Evet, o seride tüm maçlara gelmiştim. Pekala, arabalarla aran nasıl?

Arabalara bayılırım. Hedefimde hep şu vardı; evde bir tane jip olsun, bir tane de normal binek araç olsun. Ancak ne kadar iyi kazanıyor olursanız olun, Türkiye gibi bir ülkede yüksek motorlu araçlar almak büyük ziyan. Vergiler çok yüksek. Ha, imkan olsaydı Bentley GT ve Mercedes SLS tercihim olurdu. Klasik olarak Shelby Mustang'i de çok seviyorum.

NBA için ne düşünüyorsun?

Avrupa'dakinden çok farklı bir şey oradaki. Bire birin ağırlıklı olduğu bir yer daha çok. Çok takip edemiyorum. Michael Jordan basketbolu bıraktı, ben de NBA'i bıraktım.

Interneti takip ediyor musun? Müdavimi olduğun siteler, forumlar vs. var mı?

Yok, genelde Twitter'ı takip ediyorum. Haber portallarına göz attığım oluyor.

Blog olayına ne diyorsun? Internet, spor medyasında bir devrim oluşturdu, bu konuda ne düşünüyorsun?

Okuyuculara yorum imkanı sunuyor olması itibarıyla bence de devrim niteliğinde. Harika bir imkan. Bunların pozitif gelişmeler olduğunu düşünüyorum. 

NBA'de en çok beğendiğin oyuncu?

Lebron James. Oyunun her yönünü bütünüyle çok iyi oynuyor. 

Kobe mi, Jordan mı, Lebron mu desem?

Elbette Michael Jordan. Evet, Kobe Bryant olsun, Carmelo Anthony olsun çok yetenekli oyuncular ancak ben bütünüyle oynayan, paylaşımı seven, lider nitelikte oyuncuları seviyorum. 

Savunmaktan korkarım, karşıma çıkmasın dediğin oyuncular var mı?

Benden daha kısa ve daha çabuk oyuncuları savunmakta güçlük çekebiliyorum. Ancak eşleştiğim adam fizik olarak bana yakınsa onunla ikili mücadeleye girmekten çok büyük keyif alıyorum. Mesela ben Tekel'de oynarken Domercant'le oynamak çok hoşuma gidiyordu. Ya da İbrahim Kutluay'a top aldırmama savunması yapmaktan çok keyif alırdım.

HARUN ERDENAY'I SAVUNMAK

Bo McCalebb gibi oyuncular biraz sıkıntı o zaman? Başka isim alsak? Mesela Arroyo'yu savunmak?

Yoo onu tutarım (Gülüşmeler), takım savunması ön planda olduğu için bireysel olarak kimseden pek korkulmuyor. Ancak eskiler düşünüldüğünde Harun Erdenay. Unutmuyorum bir gün Harun ağabey, sakatlıktan mı hastalıktan mı ne dönmüş. O gün de ben çok formda hissediyorum. Deliler gibi savundum, öyle böyle değil. Faüller yaptım, bloklar yaptım, devamlı marke ettim falan. O zaman skorbordta kimin kaç sayı attığı gözükmüyor. Neyse maç bitti, o zaman yaşım 18. Tekel olarak İTÜ'yü yenmişiz, 20 sayı atmışım, acaip coşkuluyum tabi. Heryerden tebrikler geliyor, Harun'u iyi tuttun süperdin falan diye. İstatistik bir geldi, 30 sayı atmış. (Kahkahalar) Harun Abiyi savunmak istemezdim o açıdan.

Favori oyuncularından bir ilk beş çıkarsan?

Kerem Tunçeri-Ömer Onan-Harun Erdenay-Mirsad Türkcan-Efe Baba!

Aktif oyunculardan desem?

Kerem Tunçeri-Ömer Onan-Hidayet Türkoğlu-Ersan İlyasova-Ömer Aşık

En sevdiğin yemek?

Etli yaprak sarma.

Yoğurt da koyuyor musun?

Kesinlikle!

Elimde olsaydı şurada yaşardım dediğin bir yer, bir şehir?

Amerika'da bir yerler olabilirdi ancak bilemiyorum, belki de gidip yerleşsem çok da umduğum gibi çıkmayacaktır. Çok gezme şansım olmadı ama San Francisco'yu beğendim. İstanbul bence Avrupa'nın en güzel şehirlerinden biri. İzmir de plasem olurdu.

Zamanı geri alabilsen, yapmam dediğin bir şey var mı?

Kenarda oturarak geçen zamanlarım oldu kariyerimin bazı aşamalarında. Daha çok sahada yer alabileceğim tercihler yapmak isterdim. Bir ara fazla yüklenmekten sakatlık geçirdiğim oldu, o dönemde de üzülmüştüm.

Sence en önemli özelliğin ne?

Tam bir takım oyuncusuyum. Yani şöyle söyleyeyim, ben Efes'te yetiştim. 9 yıl altyapı oynadım, bu 9 yılın 8 yılında oyun kurucu olarak oynadım. O dönemde A Takım'da antrenör Aydın Örs'tü ve a takımdan altyapılara kadar tüm safhalarda bizlere verilen öğreti topun paylaşılması yönündeydi. Bu yüzden ben hayatım boyunca hiç bencil bir oyuncu olamadım. Hep topu paylaşmaya çalıştım. Bu da beni iyi bir sistem oyuncusu yaptı. Bunun sayesinde de kendime müthiş bir özgüven geliştirdim. Kendimi çok iyi hissediyorum, şutlarda olsun penetrelerde olsun sorumluluk aldığım her an faydalı bir şeyler yapabileceğimi hissediyorum.

Kendi kişiliğini nasıl betimliyorsun?

Herkes beni iyi biri olarak tanısın diye uğraş veren, ama bunun mümkün olmadığını anlayp son 1-2 senedir bunun için verdigim çabayi en aza indirgeyen, yapacağım her işin mükemmel olması için uğraşan, haksızlığa gelemeyen, verilen emeğin karşılığını alamayınca şişen bir yapıya sahibim. Çok duygusalım, aile bağlarım çok kuvvetli, ama çoğu zaman da olaylara objektif bakıp mantığımı ön plana çıkarmayı becereirim, kararlarımı mantığımla almaya çalışırım.
En beğendiğin ve beğenmediğin huyların neler?
Tam bir sağlık gurusuyumdur. Doktorların, diyetisyenlerin, kondüsyonerlerin, açıkçası mesleğinin uzmanı olmuş kişilerin görüşlerine çok değer verir ve bunları harfiyen yapmaya çalışırım. İyi bir fiziğe sahip olmak, sağlıklı olmak, iyi giyinmek hoşlandığım şeyler. Fakat aynı zamanda herkesin çok şık giyinip gittiği bir restorana eşofmanla gidebilecek kadar da rahatım, bu özelliğimi de seviyorum. Dışarıdan biraz kasıntı gibi duruyormuşum, öyle diyorlar. Ama değilimdir, beni tanıyan herkes cana yakın olduğumu söyler. Beğenmediğim pek de bir özelliğim yok, kendimi seviyorum. 

Milli Takımın geleceği hakkında neler düşünüyorsun? Oyuncu yetişmiyor, özellikle oyun kurucu bulamıyoruz sitemlerine katılıyor musun? Sence neler yapılmalı?

Oyuncu yetişmiyor görüşüne katılmıyorum ben. İnanilmaz yetenekleri harcayışımıza üzülüyorum ama. Bunu hep beraber yapıyoruz. Sadece antrenörler değil. Menajerler, takım arkadaşları, aileler, herkesin rolü çok büyük. Yetenekli bir genci çok çabuk göklere çıkartma özelliğine sahibiz. 1-2 sene sonra da süre bulamayınca suçu kendinde degil baska yerlerde arayan gençleri biz yaratıyoruz. Antrenörlerin ve kulüplerin  genç oyuncu konusunda biraz daha yürekli olması gerekiyor sanırım. Bu zirveye oynayan takımlarda belki bu kadar kolay değil, bir Barcelona, Panatinaikos da gençlere pek süre veremiyor. Fakat ortalarda ve daha aşağıdaki takımlar için bunu yapmak mümkün. 5 tane genci aynı anda sahaya atın demek değil bu, fakat yanında iyi oyuncularla kombine bir şekilde gençler de her türlü oynayabilir bu ligde. Şu anda bunu en iyi uygulayan takim Tofaş gibi gözüküyor. Geçen sene de Ergin ağabey Kartal'ı ara ara sokuyordu devreye. Şans verilen oyuncular bunu değerlendirmesini de iyi bilecek. En anlam veremediğim konu ise ülkemizdeki yabancı oyuncu sevdası. Diğer ülkelerde kendi evlatlarını bağırlarına basarlarken, biz burada bizim gençlerimizden çok daha yeteneksiz yabancı oyunculara hem para kazandırıyoruz, hem de 30 dakika üzeri süre veriyoruz. Sonra da ağlıyoruz oyuncu çıkmıyor diye. Milli takım ise hep daha iyiye gidecektir. Zaten artık belli bir seviyeye geldik, artık herkesin saygı duyduğu bir ülkeyiz, rakibiz. Çalışmaya devam.

İçi seni dışı beni yakar derler. Bir çok mesleğe uzaktan bakıp sadece bardağın dolu tarafını görür insanlar, oysa dışarıdan çok parlak görünen bazı mesleklerin kimselerin görmediği ya da görmezden geldiği zorlukları vardır. Sporda da bunun böyle olduğunu biliyorum, bir de senin yorumunu dinleyeyim istedim.

Her mesleğin zorlukları birbirine benziyor zaten. Bizim işimizde seyehatlar, maç ve idman temposu çok yoğun, her daim kendinize iyi bakmaniz, istirahat etmeniz gerekiyor. yani dışarıdan ne olacak canım günde 2 saat koşturuyorlar gerisinde boşlar değil olay. Dinlenmek yatmak da bizim işimizin bir parçasi. Sürekli yüksek performans beklentisi var sizden ve hep iyi olmak zorundasınız, yoksa yerinize gelebilecek başka oyuncular hazır. Sürekli stres var yani. Ayrıca profesyonel spor sağlığa kesinlikle zararlı. Çoğumuz sporu bırakıp yaşlandığımızda dizlerde, belde, omuzlarda, ayak bileklerinde mutlaka kalıcı hasarlı oluyoruz. Seyehatlar de herkesin düşündüğü gibi rahat değil. Herkes gibi bizde ekonomi uçuyoruz ve normal tarifeli uçuşlarla uçuyoruz. Maçı oynayıp, akşam yemeğini yiyip, 1 saat bile uyuyamadan gece yolculuk yaptığımız çok oluyor. Ofis çalışanları bile gece uyuyamadığında ne kadar zorlanıyordur ki biz bir de vücudumuzla iş yapıyoruz. Onun dışında anlaşamadığımız oyuncular veya antrenörler olabiliyor, tıpkı ofisinizde sürekli sizinle uğraşan patronunuz gibi çarpıp kapıyı çıkamıyorsunuz. Ya da işe gitmek istemediniz, hastayım dediniz, yada yarım saat geç gittiniz gibi şeyler bizde yok, geç gelirseniz cezayı yersiniz

Uğurlu bir rakamın var mı? Ya da uğur getirdiğine inandığın bir şeyler?

Uğurlu bir rakamım yok. Maçlarda belli bir rutinim var, hep ayni şekilde ısınmayı tercih ediyorum. Ve uğur olarak yaptığım tek şey streching hareketlerine geçerken sağ dipten bir tane üçlük sokmak, sayı yaptıktan sonra strechingi yine o sağ köşede yaparım. Onun dışında da duamı unutmam.

Beğendiğin TV Programları, takipçisi olduğun diziler?

Hiç TV izlemem, öyle bir alışkanlığım yok. Ancak yolcululuklarda ve kamplarda bilgisayardan bazı yabancı dizileri takip ediyorum. Su sıralar Dexter, breaking bad, game of thrones, californication bunlardan bir kaçı... 

Basketbol dışında yetenekli olduğun bir konu var mı? Mesela şarkı söylemek, yemek yapmak vs.?

Abi, yetenek benim isim. Şaka bir yana, yanık bir sesimin olduğunu söylerler sorarsanız ama ben kendi sesimi çok beğenmem. Yemek yapardım fakat artık yapmıyorum, eşim sağolsun. Ama mutfağı sevmem zaten. Bunu her yerde herkese söylerim, en az 1 saatte yaptığınız yemeğin 10 dakikada tüketilmesi çok büyük emeğe saygısızlık olarak geliyor bana. Bir de bence bir bateri çalma yeteneğim de var fakat henüz üzerinde durabilmiş değilim.

Yanyana oynamak istediğin oyuncular, çalışmak istediğin özel birileri var mı?

Takım oyununu ve paylaşmayı seven, karşısındaki insana veya tüm takım arkadaşlarına saygılı, savaşan, kaybetmeye tahammülü olmayan herkesle oynamak isterim.

Serhat harika bir röportaj oldu, çok teşekkür ediyorum sana kendi adıma ve tüm okuyucular adına.

Benim için de çok keyifliydi. Görüşmek üzere.