16 Mayıs 2016 Pazartesi

Karmaşık, karmakarışık duygular


15 Mayıs 2016.

Gün tarihe geçti geçeceği kadar ama, ben bugün için, bugün özelinde bir şeyler yazmış olmalıyım diye düşündüm.

Bu duygu yoğunluğunun bir dışa vurumu olmalı. Başka türlü gelemeyeceğim kendime; anlaşıldı.




Bir yazıyı binlerce kişinin okumasındansa, doğru tek bir kişinin okuması yeğdir. Ben buna inanırım. O doğru kişi bizzat ben dahi olabilirim, yıllar sonra tebessüm ettirecek bu günlüğü tutmak icap etti.

Ben Beşiktaşlıyım. Bunu da bugüne dek kimseden gizlemedim; gizleyeni de anlayamadım. Nihayetinde profesyonel kariyerin dışında bir vatandaş, bir birey, bir taraftar olarak benim de bir hayatım, benim de bir hikayem, zevklerim, heyecanlarım var.

Benim de 'öyle olması gerektiğine inandığım' bir ideal portrem var.

Bu portre dün Beşiktaş'ın 7 sezonluk aranın ardından futbolda yaşadığı şampiyonluğu, matemle yaşamaya alışmış bir ülkede 'tadında bırakarak' kutlamayı gerektirdiği gibi, Siyah-Beyaz çubuklu formayı çıkarmadan, yağmura da hiiç aldırmadan motoruma atlayıp eve koşmayı, Berlin'deki Fenerbahçe zaferini izlemeyi, her şeyin ötesinde bir basketbol sever olarak bu heyecanı yaşamayı gerektiriyordu.

(Belki de bu yazıyı okuyanlar arasında bile bunu hala tuhaf bulan 'ezeli rekabetçiler' var. İnanın bana onlar beni ne kadar anlayamıyorlarsa, ben de onları bir o kadar anlayamıyorum.)

Gün güzel başladı. Çubukluyu giydim; en son şampiyon olduğumuz sezonda almıştım. O forma, o şampiyonluk çok uğurlu gelmişti, akabinde hayatımın en güzel birkaç senesini yaşamak üzereydim. O niyetle belki de...

Siyah-Beyaz scooter'ıma atladım, sahilden gittim semte. Binlerce tanımadığım insanla dolu yüzlerce araçla selamlaştım, şarkılar söyledim, ondan fazla motorla farkında olmadan bir konvoy oluşturup hala her gördüğümüzde içimize heyecan salan stadın önünden geçtim. Çok da abartmadan... Malum, yaş ilerledikçe eskisi kadar olmuyor, bir de sporu, sporun ne için var olduğunu iyiden iyiye kavradıkça, taraftarlık, holiganlık gibi yerlere varan tüm temayüller seyreliyor.



İlerleyişimiz yavaşladı. Dolmabahçe bildiğin yanıyordu, o ana dek her zaman bir ihtimal vardır diye şüphe içerisindeydim ama o yangını görünce kanaat getirdim:

''Osmanlıspor değil, Manchester United gelse çıkamaz bugün bu cehennemden.''

Bu hissi en son Abdi İpekçi'deki Eurocup finalinden önce, Galatasaray Odeabank - Strasbourg
maçının hemen öncesinde yaşamıştım.

Hayatımın en keyifli yolculuğu, deyim yerindeyse 'iğne atsan düşmeyecek' semtte sona erdi. O sokaklarda, kalabalıkları ufak ufak yara yara, her coşkuda mola verip katıla katıla yürürken düşündüm: Bugün buralarda birileri birilerine aşık olacak, bugün burada ne kadar insan varsa hayatının en muhteşem günlerinden birini yaşayacak, bugün kimse kimseye 'Sen kimsin' der gibi bakmayacak, hiçbir şey sormayacak.

''O kendi toprağında, kendi insanına yabancılaşmanın bizi getirdiği korkunç hal, o herkesin herkese şüpheyle baktığı korkunç psikoloji var ya... O bugün yok. Bugün herkes, bugün her şey Siyah-Beyaz. Bugün renkler yok, bugün mezhepler, pasaportlar, partiler, köylüler, şehirliler, zenginler, fakirler, kadınlar, erkekler, solcular, sağcılar yok.
Bugün Beşiktaş var. Başka hiçbir şey yok, başka hiçbir şeye gerek de yok zaten. 

Bugün, o gün.
Bu sene, o sene.''
Olmamış mıdır? Hatalar, hakem hataları ya da suyu bulandıran herhangi başka bir şey. Olmuştur, ama lehimizde, ama aleyhimizde. Ama bunları şu masaya koymak, en basit deyişle haksızlık olur bu çocuklara.

Geçen yıl son dört haftada uçup giden şampiyonluk, bu yıl 1 hafta kala geldi. Bu iki yılın bende pek de farkı yok aslında. Çünkü spor; saha içi teknik detaylarının haricinde keyiftir, spor mutluluktur, eğlencedir. Ben iki sezondur çok eğleniyorum.



Tuttuğum takım şampiyon olsa da olmasa da bir şampiyon gibi futbol oynuyor. Ben razıyım takımımdan.

Pürüz gören var mıdır? Bilmem. Belki. Ama hak ettik, bundan eminim. Bu sezon en iyi futbolu Beşiktaş oynadı. 

Tebrikler tüm camiaya, hayırlı uğurlu olsun. Bu mücadelenin büyük bir bölümünü, kapkaranlık kışta gurbette geçiren bu çocuklara, bu taraftarlara, o muhteşem stadyumda bu coşkuyu kutlamaktan daha güzel bir hediye olamazdı. Allah'a şükürler olsun.

Fazla kalmadım, kalamadım. Eve gidip Euroleague finalini izlemem gerekiyordu. Fenerbahçe 19 sayı geriye düştüğünde aklıma direk 2012'de efsane Olympiakos - CSKA Moskova finali geldi. 'Neden olmasın ki?' diye tweet attım. Oldu. 17'den geri saydım, biliyordum, inandım geri döneceğimize..



O maçın oradan bu noktaya döndüğüne, buradan kayıp gittiğine ise hala inanamıyorum.

Maç bittikten sonra eşimin ananesine bir şey götürmem gerekti. Kapıda beni görünce tebrik etti şampiyonluğu, 'Gözünaydın oğlum' dedi. Sonra da sordu: ''Senin gözlerin niye kızardı öyle?''

'Fenerbahçe..' dedim. İzlemişler de zaten maçı, 'sorma be, sağlık olsun oğlum' dedi.

Alt tarafı 10-15 dakika önce, üzerimde Beşiktaş formasıyla evde kendimi yerden yere attığımı hatırlıyorum. 

Hakem konuşmayı sevmem; ama bu başka bir şey. Birçok kez Final-Four'a gelip avcunu yalamış CSKA'nın şampiyonluğunu Fenerbahçe'den daha çok isteyen devreci bir yaklaşımı olabilir birilerinin, ama bu, bu maçı buradan alıp buraya getirmiş takımın, 'Geriden gelen kazanır' mottosuna bir istisna yaptıracak şekilde istismar edilmesine mazeret değil, olamaz.

Hakem hatasıyla maç kaybedilir, ama Euroleague finali kaybedilmez. 

Alınamamış bir ribaund...
Çalınmamış bir steps...
Kaçırılmış bir serbest atış...
Bir, rakamla 1 şeyle gitti Euroleague şampiyonluğu. 

Birçok Fenerbahçeli'yi uyku tutmadı. Bense yorulmuştum biraz, dalmam çok uzun zaman almadı.

Ben Beşiktaş'ın şampiyonluğunu ilan ettiği günün gecesinde, sabaha kadar Sarı-Lacivert kabuslar gördüm rüyamda.

O ribaundu yine alamadık.

Düşünsenize; rüya gibi. Hem Euroleague, hem de EuroCup'ı aynı sezonda kazanmışız ülke olarak. Olmadı.

Sağlık olsun, Fenerbahçe'ye helal olsun.

Ve teşekkürler tabi. Fitilini ateşledikleri bu kültüre kupalardan, zaferlerden daha çok ihtiyacımız var. Fenerbahçe Basketbol, bu ülkede Avrupa şampiyonluğuna oynayacak kültürü yaratmak nasıl oluyor herkese gösterdi.

Kimse bana 'bütçe' demesin. O bütçe CSKA'da yıllardır var. Başka kulüplerde de var da, girmeyelim o topa.

Parayla olmuyor yani sadece. Doğru antrenör, doğru Genel Menajer, Ülker Sports Arena'yı Ülker Stadyumu'ndan daha fazla dolduran taraftar, güçlü ve istikrarlı sponsor, salon gibi salon.

Taşları yerine koyduğunuzda ve rayına oturttuğunuz tüm bu unsurları yönettiğiniz süreci güçlü tuttuğunuzda tipik bir Final-Four takımı oluyorsunuz.

Final-Four'a tepeden inme gelen kaç takım var ki tarihte? Önemli olan oranın 'gediklisi' olmak. Peki gökten inip 'şak' diye şampiyon olmuş kaç takım var Euroleague tarihinde? Bu yılki CSKA neler çekti hatırlıyor muyuz? Geçen yılki Real Madrid'in bir yıl önceki hezimetini hatırlayan?

İki sezon önce Top 16'da elenen, geçen yıl F4 yapan ve bu yıl ikinci olan Fenerbahçe, bir Euroleague şampiyonunun geçtiği tüm yollardan geçti. Hakemlere mi takıldık, Vesely'sizliğe mi, neye bilemem. Enine boyuna konuşulur zaten. Ama belli ki o sene, bu sene değil.

Dert değil, canları sağ olsun, yüzlerce kez helal olsun. Bu seviyede kalındığı sürece nice Final-Four'lar gelir, birinde de elbet o kupa Türkiye'ye gelir, belki de gelecek sene gelir ve geri gitmez, kim bilir?


Hugh Jackman'ın baş rolünü oynadığı Çelik Yumruklar (Real Steel) filmini hatırlar mısınız? İzlediyseniz bu paragrafı okumaya devam edin, izlemediyseniz? İzleyin. SPOILER: Filmin sonunda kahraman robotumuz Atom, final maçında Zeus'a kaybeder ancak maçta bir takım dalavereler dönmüştür. Kimse dert etmez, yenilmez robot Zeus maçı kazanmış, Atom ikinci olmuştur ama tüm salon A-tom, A-tom diye inlemektedir.

Fenerbahçe dün resmiyette ikinciydi ancak gönüllere sorarsanız şampiyondu.

Tebrikler, bu günü ölümsüzleştiren iki takıma da bu muhteşem hikaye için sonsuz teşekkürler...




Ahmet Melik SUBAŞI
@ahmetmsubasi
ahmetmeliksubasi@gmail.com

Hiç yorum yok: